14 Aralık 2018 Cuma

BİZ BİR'İZ !


Bu millet
ne hanlar, hamamlar,
ne saraylar gördü.
Ne hanlar, hatunlar,
ne padişahlar, sultanlar,
ne şehzadeler gördü.
Ne alimler, bilgeler,
ne kahramanlar, kıymetler,
ne sevdalar, aşıklar,
ne ozanlar gördü.
Yek vücut.
Bugün yetmedi size
geçmişimizi de böldünüz.
Ya malzeme yaptınız ruhsuz siyasetinize, övdünüz.
Ya yerdiniz, yerin dibine gömdünüz.
Üç beş olmayasıca rey uğruna,
bunların hepsi,
hepsi de benim diyemediniz.
Yunus’um, Taptuk’um
Oğuz Kağan’ım, Dede Korkut’um
Hacı Bektaş’ım, Pir Sultan’ım, Veysel’im,
Fatih’im, Abdülhamid’im,
Atam, Atatürk’üm,
İsmet Paşam, Galip Hocam,
Mehmet Akif’im, Karaoğlan’ım,
Türkan’ım
diyemediniz.

8 Temmuz 2018 Pazar

DEREYİ GEÇMEK

Bir milletin karşılaşabileceği herhalde en berbat koşulları, bir varlık yokluk harbini muhteşem bir komutanın, bir halk kahramanı, bir devlet adamının liderliği, vizyonerliği, iş bitiriciliği sayesinde aşmışız.
Kabul etsen de etmesen de bunu dünya biliyor, takdir ediyor. Artık tarihe mal olmuş. Orta Anadolu’da bir avuç toprağa sıkıştırılıp, hapsedilmiş, bir enkazın içinden çıkıp, bu büyük kahraman ve arkadaşlarının sayesinde bağımsız bir devlet kurmuşuz. Kim bilir, ne bileyim belki de sıkıştırıldığımız coğrafyada varlığımız sürecekti. Ama her yanımız kuşatılmış halde, belki de bir başka Filistin hikayesi, zulmü yaşayacakken o muhteşem başarı hikayesini yazmışız.

İşte o tarihi yazanlar, bağımsız devleti kurup, devrimler gerçekleştiren, fabrikalar üstüne fabrikalar kurup bir toplumu sadece siyaseten değil hemen her alanda, ekonomik olarak da ayağa kaldıranlar, yani Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, yani senin, benim dedem, dedelerimiz muasır medeniyetler seviyesi için okyanusu geçmişler, bize de dereyi geçmek kalmış.

Öyle ya bağımsız kurulu düzen! Üstelik demokrasi var. Al kendi kendini yönet. Daha ne belanı arıyorsun.

Sen, ben, hatta babalarımız ve hatta kimilerimizin dedeleri dahi bilmez bağımsızlığın ne zorluklarla elde edildiğini dolayısıyla ne demek olduğunu! Hiçbirimiz için beylik bir iki sözden öteye gitmez bağımsızlığın anlamı. Çünkü esareti yaşamadık. Yoksun kalmadık. “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!” diyebilmen, bunu şöyle kılcal damarlarına kadar hissedebilmen için esareti yaşaman lazım. Şöyle düşman çizmelerinin kapını kırarak mahremine girmesi, çoluğunu, çocuğunu tekme tokat dövüp, öldürmesi, senin de çaresizlik içinde bir şey yapamamanın kahrı ve hırsıyla isyan etmen, salya sümük ağlaman lazım ki anlayabilesin. Sen Irak’ta Filistin’de, Suriye’de neler oluyor zannediyorsun?

Evet bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş. Ve denmiş ki Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Demokratik, lâik, sosyal, hukuk devletidir. Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.
Yani sana mis gibi kurulu düzeni vermiş. Berbat etme diye de anayasana temel birkaç şeyi değiştirilemeyecek şekilde yazmışlar. Allah’ım razı, mekanları cennet olsun.

Emperyalizme, dünyaya kafa tutmayı becerebilmiş bağımsız bir devletin, çok şükür sınırları belli bir vatanın var. Dünyanın en güzel bayrağı, bayrağın var. Öyle krallık, padişahlık, otokrasi motokrasi yok. Özgür iradenle gidip oy verip, seni yönetecekleri, temsilcilerini falan seçtiğin, belki de dünyanın en güzel yönetim şekli olan demokrasi sana ataların tarafından altın tepside sunulmuş. Yok öyle deme! Sen ne bir Saddam, ne bir Çavuşesku gördün. Yaşamadın öyle şeyler. Hayatın kebaptı. Yaşasaydın kıymetini bilirdin. Gelinen noktada yapılanlar, yapılmayanlar, becerilenler, becerilemeyenler. Başarılar, başarısızlıklar.  Geçtim hepsini. Çok temel birkaç konu var ki neden ısrarla arkasında durmuyoruz? Hani atalarımız okyanusu geçmişler bizim dereyi geçebilmemiz için sanki bir sal, bir sandal olan çok temel iki üç konuya neden yapışmıyor, hayata geçirmek için var gücümüzle uğraşmıyoruz? Her siyaset erbabı muhalefette iken bunları dillendiriyor da iktidara gelince keser güce, kendine yontuyor. Oysa temel bu birkaç şey olmadan ne yaparsan yap değil dereyi geçmek su birikintisinin üstünden atlayamazsın. Refahın, medeniyetin, gelişmiş bir toplum, hukuk, demokrasi, bilimle yoğrulmuş güçlü bir devlet, insanca yaşayan, imrenilen mutlu bir millet olmanın binlerce kilometre yakınından geçemezsin. 
1.               Demokrasinin olmazsa olmazı, kuvvetler ayrılığı, denge ve denetim olacak. Hemde kusursuz olacak. Yasama, yargı, yürütme birbirinden bağımsız hale gelecek. Ve hatta özerk, özgür olması gereken kurum ve mecralar bunu mümkün olan en üst seviyede yaşayacaklar. Özgür basın gibi, özerk merkez bankası gibi, özerk üniversiteler gibi. Yahu Yaradan dahi evreni bir denge üzerine kurmuş, yaratmış. Anot var, katot var. Siyah beyaz, iyi kötü, soğuk sıcak, kuzey güney, sağ sol, uzun kısa uzar gider. Denge olmaz ise illaki son fiyaskodur. Düşün gazı olmayıp, freni olan araba hiçbir yere varamaz. Tam tersi gazı olup freni olmayan araba da gün gelir bir duvara vurur yada bir uçurum kaçınılmaz sondur. Bu demokrasinin ilk ayarıdır. Olmazsa olmaaaaazzzzzzzz. Bitti.
2.              Anayasamızda da belirttiği üzere hukuk devleti olunacak. Birinci maddede de değinildiği üzere bağımsız bir yargınız olacak. Adalet mekanizması dibine kadar çalışacak. Kendini en zayıf, en savunmasız hisseden vatandaş dahi şunu düşünecek; canımı sıkma devlete giderim. Bu devlet ki gerçek bir hukuk devleti. Bu ülkenin bağımsız, tarafsız, adil mahkemeleri, hakimleri, savcıları var. Yargıya bir gidersem görürsün gününü. Allemi cihan, Bağdat’ta vali olsan hak yerini bulur. Temel insan hakları zemininde sorunların neredeyse tamamı çözülebilir. Oysa biz bir türlü sapla samanı birbirinden ayıramıyor, ayar tutturamıyoruz. Ya alabildiğine gevşetiyor, ipin ucunu kaçırıyoruz, terör alıp başını gidiyor, ya öylesine sıkıyoruz ki canını çıkarıyoruz. Oysa bunun evrensel ölçüleri var. Düşünce özgürlüğü mesela… Eyleme, şiddete dönüşmediği sürece sorun yok. Ancak kanunların suç saydığı eylemlere dönüşürse gereği hiç taviz vermeden yapılacak. Hakkın, hukukun, adaletin hüküm sürdüğü bir yerde sorun olmaz. Öylesine çalışacak ki bu mekanizma insanlar Türkiye’de yaşamak için can atacaklar. Türkiye’ye yatırım yapmak için koşacaklar.

3.              Üretim. Çok temel bir yaklaşımla üreteceksin, satacaksın, para kazanacaksın. Tüketerek değil, üreterek büyüyeceksin. Harcadığından çok para kazanacaksın ki bu cendereden kurtulabilesin. Parayı harca, malı mülkü sat harca, kredi al harca, direk al harca, dolaylı al harca, harcamaya özendir harca. Olmaz! Ne kadar güzel şeyler yaparsan yap, harcıyorsan çok enteresan değil. Dünyanın en büyük, en zor işini dahi yapıyor olsan harcıyorsan çok bir esprisi yok. Üreteceksin! Üretmek zordur. Para kazanmak zordur. Dünyaya satmak zordur. Rekabet etmek zordur. İthal ettiğinden çok ihraç etmek zordur. Global bir marka olmak zordur. Gelişen ekonomi ancak bunlarla mümkündür. Üreteceksin rekabet avantajı yakalayabildiğin mecralarda üreteceksin, dünyaya satacaksın. Merak etme bunlar olursa denetlenebilen, dengeli, insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devletine, medeni bir ülkeye yabancılarda gelir, yatırımcı da gelir. Hele 80 milyonluk bir pazar ise. Hele jeopolitik anlamda avantajları var ise yatırımcı koşarak gelir. Yeter ki iş yapabileceği sağlıklı ortamı görsün.

Bunlar olmaz ise hiçbir şey olmaz. Olduğu sanılır. Tatlı rüyalar görülür. Uyanılır. Bu üçü olursa eğitimde olur, sağlık da olur, tarım da olur, medeniyet de olur, birlikte yaşama iradesi de olur.
Bu üçünden vazgeçmemek, en azından çocuklarımız için dereyi geçebilmek ümidiyle…

DEMOKRASİYİ HAK EDİYOR MUSUN? KESİNLİKLE HAYIR!

Hiç alın teriyle, emekle kazanılanla babadan kalanın hali bir olur mu? Hele yoklukla okumuş, senelerce dirsek çürütmüş sonra iş hayatına atı...