13 Eylül 2024 Cuma

ZULÜM

Arapça zlm, zulm kökünden gelip, dilimize birçok türemişiyle girmiş bir kelimedir, zulüm. Daha ziyade güçlünün, güçlü olanın kendinden olmayana, kendinden daha güçsüz olana, ahlaka, vicdana, kanuna, nizama aykırı olarak kötü, acımasız, kıyıcı tutumu, davranışlarıdır. Kimi zaman kanuna, kitaba uydurmak, yada şöyle hafiften gitmek bir şeyi değiştirmez. Zulüm zulümdür. Malum ağırlığı, süresi, sürekli yapılıyor olması yani şiddeti soykırıma kadar gider. İşin özü zulüm ağır bir suçtur.

Ne kadar iğrenç bir kelime. İnsana, insan olmaya ne kadar uzak, en uzak. İş hayatında bazen moda tabirle “mobing” kavramı geçer. Zulümdür işte. Sağını solunu çekiştirmeye, yeni kavramlar aramaya gerek yok. Zulüm zulümdür.

Türemişleri dedik ya; zalim onlardan biri mesela. Biz bazen zalim kelimesini ne kadar yersiz yerlerde kullanıyoruz. Hani deriz ya “vay zalim vay” veya “seni zalımın oğlu/kızı”. Utanmasak çok daha sevimli hale getireceğiz. Ne yapıyorsun yahu? Zalim bu zalim! Zalim ne demek sen biliyor musun? Zulmeden. Yani dişini geçirdiğine hayatı zehreden. Bak bu kadar uzun boylu olmasına gerek yok. Haklıya hakkını teslim etmeyen de zalimdir. O ortamı hazırlayan, o ortamı yaratan, yöneten, müsaade eden de zalimdir. Zamanında bize de yaptılar falan gibi bahanelerin arkasına sığınmak var mı? Yok! Yok öyle şey. Yemezler. Kimisi Almanlar da bize yaptı der. Yaptıysa yaptı. Bu senin de çoluğa çocuğa kıyacağın, yavrucakların canını, kolunu, bacağını alacağın, aç bırakacağın anlamına gelmez. Allah büyük. İlla ki müstehakını verecek. Belanı verecek. Verecek biliyorum. Verecek de o zamana kadar olan o mazlumlara olacak.

Zalim her yapıda, her köşe başında, her seviyede zalim. Üniversite sınavlarında soruları çaldılar. Milyonlarca evladın hakkına girdiler. İstikballeri ile oynadılar. Onların ve dahi onlardan olma çoluk çocuğun haklarına girdiler. Sen bir hesapla. Ne kadar ağır. İlla can almak gerekmiyor dedim ya.

Evet türemişleriyle var dilimizde. Neden fazlasıyla var? Çünkü bizim kültürümüzde çok ama çok dikkat edilmesi gereken kavran. Günümüzde pek öyle görünmese de zulüm biz de asla ve kata kabul görür bir kavram, hadise değildir. Sair milletler, kültürlerde, başka din ve inançlarda nasıldır? O konuya hiç girmeyelim ama biz bırakın zulmedenlerden olmayı Türkler tarih boyunca haklının, mağdurun ve mazlumun yanında olmuştur. İlkokulda daha tarihimizin nüveleri serpiştirilirken küçücük zihinlerimize, daha yeni kendimizin farkına varırken Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Modern Türkiye’sinin her zaman minnetle anacağım öğretmenleri “biz her zaman haklının, mağdurun, zayıfın yanında saf tuttuk, tutarız, tutacağız” şiarını anlatmışlardı. Bizim inancımız, dinimiz de öyle. Kuran diyor ki “Zulmedenlere meyletmeyin yoksa ateşte siz de yanarsınız.” (Bir düşün bırak zalim olmayı, zulmü yapan olmayı, desteklemeyi, hoş görmeyi, yaklaşmayı dahi yasaklıyor.) Bak etrafına, bak dünyaya kendinden zayıfa zulmeden varsa o bizden değildir. Başka bir ülkede ise zaten bizden değildir. İçimizden birileri ise araya karışmıştır. Bir koltukta oturan, bir işin, şirketin, kurumun başında olan, kısaca bir erki elinde tutarken kendinden olmayana, diğerine veyahut zayıfa, bu ülkenin vatandaşına zulmediyorsa o bu ülkenin okullarında boşa okumuştur. Bu ülkenin okullarında adam akıllı okuyan ve bu ülkenin anne ve babalarının yetiştirdiği çocuklar zalim olamaz.

Aynı kökten gelen bir başkası da mazlumdur mesela. Mazlum. Zulüm gören, hor görülen, ezilen, hakkı yenen, maddi, manevi, herhangi bir varlığına saldırılan. O kadar ki en temel hak olan yaşama hakkına kastedilen. Etraf öylesine mazlumlarla dolu ki kusura bakma ama hiçbirimizin umurunda değil. Bazen içimizin yandığı oluyor, belki, ne yapıyoruz? Televizyonun karşısında kuru bir vah vah. Sonra hiç. Yasalar çerçevesinde ses mi çıkarıyoruz? Birisine dava mı açıyoruz? İlgili makama yazı mı yazıyoruz? Bir dolu demokratik yöntem var. Ne yapıyoruz? Vah vah. Mazlumlar dünyanın en yalnızları, en zayıfları. Kimi zaman bir halk olarak yalnızlar, kimi zaman bir hayvan ırkı, kimi zaman insan, kimi zaman çocuk, kimi zaman kundaktaki bir sabi. Çin Uygur Türklerine yapar, İsrail Filistin Halkına, Myanmar Müslüman Halka. Bu zulmün düğmesine basan, uygulayanların hepsi şerefsizdir. İnsan değildir. En büyük şerefsiz ise bu zulmü tetikleyen, olması için tüm imkanlarını seferber edenlerdir. Evet onlar en büyük şerefsizlerdir. Medeni kisve altından en medeniyet yoksunu en ilkel, en tehlikeli cinstir bunlar. İnsan falan katiyen değillerdir. Mazlum hele bir düşün kundaktaki sabi, daha gözünü açmamış, bir düşün hoplaya zıplaya okuluna gitmeye çalışan kız çocuğu, düşün canlı canlı poşete doldurulup çöpe atılan yavru kediler, kürekle vura vura, bağıra bağıra öldürülen yavru köpek, daha kanun önünü açar açmaz yemeyip, içmeyip, yerlerde sürüyerek götürülen, götürülürken de zevk çığlıkları, kahkahalar atılan zavallılar.

Aklıma gelen son türemiş kelime ile bağlayalım. Mezalim. İşte bu uygulanan tüm cebir şiddet, zulümler, haksızlıklar, kıyımlar. Evet işte bunların tamamı mezalim. Dikkat burada bir yere bağlayacağım. Gerçek, samimi adaletin olduğu bir toplumda, bir devlette, dünyada mezalim, zulüm ya olmaz ya da alabildiğine az olur. Zalimler olsa da zulüm olmaz. Çünkü Mezalimin zıddı adalettir. Adalet. Ne kadar güzel bir kelime adalet. Gerçek adaletin olduğu yerde zalimler kendine zulüm edecek alan bulamazlar. Düşün şimdi dünyada gerçekten adalet olsa Filistin Halkına bu yapılanlar yapılabilir mi? Mesela Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) gerçekten adalet mekanizmasını çalıştığı, katı yaptırımları olan bir merci olsa bunlar yaşanır mı? Yaşanmaz!

Ne güzel bir kelimesin sen adalet. Aklı olan herkesin sıkı sıkıya sahip çıkılması gereken, herkese lazım olansın.


13 Ağustos 2024 Salı

MİZAN TERAZİSİ

Sahipsiz canlarla ilgili kimi vicdansız kişiler hedef şaşırtmak için çocuklarımızı terazinin bir kefesine sokak canlarını terazini diğer kefesine koydular. Onlar ölmezse çocuklar ölecek algısı yaratmaya çalıştılar. Oysa ilgili kurumlar görevlerini layığıyla yapsaydı bugünlere gelinir miydi? Birilerinin görev ihmalini neden başka canlılar canlarıyla ödesinler?

Olmadı bu sefer kimileri sokak hayvanlarına sahip çıkan gönüllülere “köpekleri savunuyorsunuz ama Gazze’de yaşananlara sesiniz çıkmıyor” diyerek başka türlü bir saptırma içine girdiler. Bir mesele bu kadar saptırılmaz artık. Kardeşim bir insan her ikisine de tepki veremez mi? Hani mantıkta ve/veya vardır. Veya mı bu? Ve olamaz mı? Ya da sana ne! O sokak hayvanlarına sahip çıksın sen de Gazze’de yaşananlara sahip çık. Biri olunca diğeri olmaz diye bir kural mı var?

Yok dedim ya amaç saptırmak. Tek haklı çıksın da!

 Daha öteye götürüyorlar.

Mevzu keseri kendine yontmak olduğunda bunu rahatça yapabilmek için mevzuya inanç sisteminden bir kulp bulmada çok mahirler. Neden? Çünkü o kulpa tutunacaklar. O kulpla mütedeyyin, samimi Müslümanları kolayca ikna edecekler. Kraldan çok kralcılar hayvan meselesinde vahşeti normalleştirme çabasına girdiler. Kafaya koydular mı bulurlar, vahşete bile kırk tane kulp bulurlar. E zalimlik de böyle bir şey zaten. Zalim olmak için işin başında olman da gerekmez. Düşüncelerinle de zulmedebilirsin.

Dünya üzerindeki zulümlere bak. Ben haksızım, zulmediyorum diyen var mı? Ama dinden, ama kitaptan, ama dünyevi meselelerden kendince haklı bir gerekçe illaki bulurlar. Kim biz zalimiz der ki? Yahu adam elemanına mobbing/bezdirme politikası uyguluyor, ağıza gelmedik şeyi söylüyor, küfrediyor çıkıp ben böyle yaptım diyor mu? Komşusuna sarkıntılık ediyor ben zalimim diyor mu? Aksine kendini haklı çıkarmaya çalışıyor. Adam çıkıp 8 milyar insanın gözünün içine baka baka Gazze’de öldürdüğü masumlar konusunda haklı olduğunu anlatmaya çalıştı. Caniliğine örtü bulmaya, kılıf bulmaya çalıştı. Çıkıp ben ‘bilmem neyim’ dedi mi? 

Bazen neresinden çekiştirirsen çekiştir en fazla kendini kandırırsın. Emin ol ki kimseye yutturamazsın. Hele ki Yaratana. Hele ki “O”na.

Hep konuşulan, muhtemelen bildiğin, kimilerine göre Zenbilli Ali Efendi, kimilerine göre Ebu Suud Efendinin Kanuni’ye verdiği bir cevap var. Dikkat et ‘Kanuni’ye. Armut ağacına zarar veren karıncaların itlafı (yok edilmesi) için soruyor Şeyhülislama Sultan Süleyman:

Ger dırahta ziyan etse karınca, Ziyan olur mu karıncayı kırınca?

Şeyhülislam cevap veriyor:

Yarın Hakk'ın divanına varınca, Süleyman'dan, hakkın alır karınca.

Bu öylesine büyük bir mesaj ki bırak kediyi, köpeği, bahçene zarar veren börtü, böceği bile öldürürken bir daha düşün.

Yani birisinin sana zarar vermesi dahi Yüce Allah’ın verdiği canı alma hakkını sana vermez. Vatan savunması savaş hariç olmak üzere canın tehlikedeyse dahi karşı tarafa en az zararı vererek kendi canını koruyacaksın. Bu günümüz hukukunda bile böyle değil mi? Var mı öyle üzerine her yürüyeni silahını çekip vurmak? Köpek zarar veriyorsa o zaman her yumruk atanı vuralım gitsin. Olur mu böyle saçmalık?

Bu hal, bu umarsızlık beni neden bu kadar çok üzdü? Bak yalnızca hayvanların itlaf edileceği lafının geçmesi bile birtakım manyakları harekete geçirdi. Sağda solda hayvanlara kasteden insanların videoları dolaşmaya başladı. Öldürülmüş köpeği emmeye çalışan yavrular mı dersin, yavrularıyla beraber ölmüş anne mi dersin, boğazına ip geçirilmiş kuyruğundan tutulmuş, dalga geçerek kamyona yüklenen mi dersin, kedi yavrusunu fırçayla vura vura öldürüp, sonra çatıya atan mı dersin.

Yahu bizim inancımız, sadece inancımızda değil, kültürümüz, geleneğimiz, göreneğimiz, insanlığımız kurbanı dahi keserken eziyeti yasaklar.

Ne oluyor? İnsanlığımızı nerede bıraktık? Kendilerine tepki verenlere bazıları senden mi öğreneceğim şeklinde cevaplar veriyorlar. Neden? Siz üstün ırk mısınız? Daha mı eğitimlisiniz? Daha mı insansınız? Daha mı makbulsünüz Allah katında?

Neyse biliyorsundur da al san bir kıssadan hisse;

Zamanın birinde bir derviş berberden içeri girmiş. Saçlarımı kazıyıver berber efendi demiş. Dervişin saçlarının kesilmesi bitmeye yakın içeri eli sopalı bir edepsiz girmiş.

Dervişin yanına gelip, kafasına bir tokat aşk ederek “Kalk bakalım kel, kalk da biz tıraş olalım.” demiş.

Derviş bu, içinden “dövene elsiz, sövene dilsiz” gerek demiş, yutmuş.

“Her şey senden, her şey haktan” demiş, susmuş.

Ama edepsiz devam ediyor. “Kel aşağı, kel yukarı.” Dalga geçip duruyor.

Nihayet tıraş bitmiş, edepsiz dükkândan çıkarken dervişin kafasına bir tokat daha atıp, “eyvallah kel” demiş ve çıkmış. Derviş kafasını sağa sola çevirmiş ama yine susmuş, sakinliğini korumuş.

Edepsiz çıkmış çıkmasına ya daha köşeyi dönmeden kontrolden çıkan bir at arabası bizim edepsize çarpmış. Arabanın o kocaman orta oku olduğu gibi edepsizin karnını deşmiş, edepsiz çok feci bir şekilde can vermiş.

Berber dervişin beddua ettiğini düşünüp, mevzuyu ona bağlayıp, sormuş. “Bu biraz ağır olmadı mı derviş efendi?”

Derviş cevap vermiş: “Vallahi ben gücenmedim, hatta hakkı mı da helal ettim. Lakin bu kelin de bir sahibi var. Demek ki onun gönlü çok kırılmış.

Sen bu hayvancağızları sahipsiz mi zannediyorsun? Öyle zannetmeye devam et. Senin ısrarla öyle zannetmen, gerçeği değiştirmeyecek. Allah’ın verdiği canı almanın, ya da can almanın, zulmetmenin önünü açmanın, ya da destek vermenin hesabını mizan terazisi kurulduğunda elbet vereceksin. Hep beraber vereceğiz. Azdan az çoktan çok.

3 Ağustos 2024 Cumartesi

UMARIM COĞRAFYAYA AKIL DOLU BİR MESAFEDE DURURUZ

 İnsan için kullanılan hiçbir sıfatın kullanılamayacağı Allah’ından bulasıca Netanyahu ve avaneleri, hani şu ABD Kongre üyeleri, dünyaya insan olmadıklarını, dünya sağlık örgütü, dünya gıda programı, UNICEF, karbon gazı, aç çocuklar, yeşil dünya ve bunların hepsinin Netanyahu gibi olanlar için, ABD Kongre üyeleri için palavra olduğunu , işlerine gelmediği zaman nasıl bir canavara, nasıl bir zalime dönüştüklerini gösterirken dünya üzerinde her dinden, her milletten, sağduyulu milyonlarca insan ve tabi ki biz Türk toplumu tepkiler veriyoruz.

O, garip bir şekilde, ısrarla kendimize çok yakın, gereğinden fazla yakın hissettiğimiz, hani neredeyse, yani utanmasak neredeyse canımız Türkçemizi bırakıp, dillerini öğrenmek çabasına girişeceğimiz Arap dünyası ağırlıklı olarak suskun. Evet 450 milyonluk Arap dünyası. İsrail’deki Yahudi sayısı 7,5 milyon, tüm dünyadaki Yahudi nüfusu ise 15 milyon civarında. Bir düşün 450 milyon, karşısında 15 milyon. Burada bir parantez açayım. Ben halkların birbirleriyle sorunu olmadığına inananlardanım. Haltı yiyen, insanlığı uçuruma sürükleyenler halklarını zerre düşünmeyen, halkalarının refahı dışında başka ajandaları olan yönetimler. Bu zulüm iş başındakilerin zulmü. Yahudi ya da Arap halkını meselenin dışında tutmak gerek. Onlara cephe almak, kin beslemek katiyen doğru değil. Nitekim gerek İsrail, gerek dünyadaki milyonlarca Yahudi Netanyahu iktidarının yaptıklarını her ortamda protesto ediyorlar.

Konuya dönüyorum. Ne dedim Arap nüfus 450 milyon Yahudi nüfus 15 milyon. Arapların 23 devleti var, Yahudilerin yalnızca 1. Araplar Umman Denizinden Akdeniz’e, Atlas Okyanusundan Hint Okyanusuna, Orta Doğu ve Afrika’ya yayılmış, yaklaşık 13 milyon km²lik bir coğrafyanın üzerinde oturuyorlar. Yahudiler bir avuç, yalnızca 22 bin km². Mukayese bile edemezsiniz. Pasta grafiğine koysanız Yahudilerin yüzölçümü grafikte görünmez bile. Bak dahası var; dünya petrol rezervinin yarısı Arap coğrafyasında. Bu nasıl bir güç biliyor musun? Düşünebiliyor musun tüm dünyadaki petrol rezervinin yarısı Araplarda kalan yarısı 182 ülkede. Doğalgazı saymıyorum bile. Ya da dur onu da yazalım, evet, onun da yanılmıyorsam %40’ı Orta Doğu coğrafyasında. Şimdi diyebilirsin ki o küçücük İsrail bilimde, teknolojide, ekonomik büyüklükte almış başını gitmiş, dünyaya yayılmış lobi faaliyetleri mukayese götürmez daha üstün. Doğru. Kesinlikle öyle. Hatta ABD'de arkasında. Ancak karşısındaki büyüklükte tekrar bir daha bakılması gereken bir büyüklük. Bir daha bakar mısınız o rakamlara.

Ne demek istediğimi izah edebilmek için yakın gelecekten bir iki örnek vereyim. Uzağa gitmeyelim. Mesela ilki; elde avuçta hiçbir şey yokken Atatürk’ün tüm dünyaya kafa tutuşu. İstiklal Savaşımız. İkincisi de daha yakın bir geçmişten olsun. Elbette Kurtuluş Savaşı’mızla kıyaslanmaz ama yine dünyayı karşısına, her türlü ambargoyu ve hatta saldırıyı, savaşı göze alarak Ecevit’in Kıbrıs’a çıkarma yapma kararı. Yani Kıbrıs Barış Harekâtı. Demem o ki işe ilk önce sahip çıkması gerekenler neredeler? Madem hem aynı etnik köken, hem din kardeşliği var. Neden birbirlerine sahip çıkmazlar? Sonra Osmanlı'nın son döneminde yaptıkları gelir aklıma. Şaşırmam bu hallerine.

Mazlum Gazze bebelerine kıyamam. Onlara yapılana kıyamam. Onlar için koyulan tepkilere dibine kadar desteğim. Çocuklar ölmesin. Mezalim karşısında sessiz kalan dilsiz şeytandır. Kendi ülkemize, kendi çocuklarımıza karşı olan sorumluluklarımızı unutmadan, kendi evlatlarımızın canlarını, geleceklerine halel getirmeden, tehlikeye sokmadan, tam da bu ölçüde, ölçüsünde ve diplomatik tepkilerle sonuna kadar tavrımızı ortaya koymaya evet. Ölçüyü kaçırmadan, ettiğimiz laflara dikkat ederek, akıl dolu, siyaset dolu.

Fakat ben şu Araplardan çok Arapçı tutumu, bu anlamda ölçünün kaçmasını içime sindiremiyorum. Bizler Türkiye’yiz. Bizler Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Arap’ıyla Türk’üz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Önce kendi vatandaşlarımıza karşı, Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde birbirimize karşı sorumluluklarımız var. Bizim devletimiz, milletimiz, vatanımız, bayrağımız, ortak bir dilimiz, Atatürk’ümüz, kurucu irade ve ilkelerimiz var.

Din kardeşliği üzerinden din diye ısrarla Arap gelenek, görenek, yaşam biçim ve yaklaşımlarının Türk milletine, milletimize sirayet etmesi, isteyen seve seve öğrensin elbet ama ısrarla Arapçanın bir şekilde öğretilmeye çalışılması. Okullarda seçmeli ders oldu. Bir ara zorunlu dil olacağı basına yansımıştı. Sadece İmam Hatiplerde zorunlu. Öyle bir durum olmadı. Hoş hangi yabancı dil dersi olursa olsun seçmeli olması gerektiğine inanıyorum. Ben zorla Fransızca neden öğreteyim ki? Bu yaklaşım bence rahatsızlık verici. Hele de dinini öğrenebilmek için Arapça öğrenilmesinin bir zorunlulukmuş gibi algılanması. Ve Arap alfabesi ile yazılmış her yazının sanki kutsalmış gibi algılanması.

Bu konuya bu kadar meraklı, istekli olmamız neden?

Tarihteki 6.000 civarı etnik topluluk içinde Türk’lerin tarihin hemen her döneminde devlet kurmaları Türk devlet kurma geleneğini veya Türk devlet geleneğini oluşturmuştur. Bunun ne kadar kıymetli olduğu tartışmaya açık mı? Değil tabi ki! Çok çok kıymetli ve ne kadar iftihar etsek az. Osmanlı’da öyle kuruldu ve ne kadar Türklükten uzaklaştı o kadar işi zorlaştı. Bir çok tarihçi özellikle hilafet ile yoğunluğu artan Arap perspektifinin Osmanlı’yı Türklükten uzaklaştırdığı ve o güçlü devletin sonunu hazırladığını söyler.

Arap tarihi İslamiyet öncesi çok tartışmalı. Asurlular zamanında Arap ismi geçmeye başlıyor. Ancak Arap ismi devlet olarak İslamiyet sonrası anılmaya başlıyor. Peygamberimiz, sonrasında dört halifesi. Ve sonrasında Emeviler, Abbasiler dönemi var. Sonrasında Arap coğrafyasının önemli bir bölümü Osmanlı yönetimine geçiyor. Osmanlının sona yaklaştığı dönemlerde Suud ailesinin isyanları. Artan Arap milliyetçiliği, Osmanlıdan kopuş var. Var ama bağımsız bir devlet falanda yok. Cezayir ve Tunus’un Fransız mandası, Libya’nın İtalya sömürgesi, Mısır’ın, İngiliz mandasına girişi var. 1. Dünya Savaşında özellikle İngilizler ile savaşırken İngilizlerin kışkırtması ile Araplar’ın isyanı var. İşin özü Osmanlının sonunu hazırlayanlardan biri de Araplar değil mi? İngilizlerle birlik olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin gerçeği yok mu?

Kendini Arap Kültüründen sıyıran bir anlamda dönebildiği kadar fabrika ayarlarına dönen Türkler, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdular. Modern Türkiye Cumhuriyeti yurtta barış dünyada barış gibi, en hakiki mürşit ilimdir ve fendir gibi, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir gibi ilkelerle insan haklarına saygılı, milli dayanışma ve adaletin olduğu,  huzurlu bir toplum, millet, devlet olarak muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak gibi bir hedefe ulaşmaya çalışırken içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşananlar hepimizce malum. Her ne kadar İran Arap olmasa da şahın devrilmesi Humeyni rejimi, bölgedeki mezhep problemleri, terör örgütleri, Irak-İran Savaşı, Irak’ın Kuveyt’e girmesi. Artık neler neler. Filistin malum. Son dönemde patlayan Arap Baharı süreci. Tunus, Ürdün, Mısır, Cezayir. Rejimi değişen, değişmeyenler. Irak bitik. Suriye bitik. Libya parça pinçik, Yemen bitik. Yani bir şeyler söylemek, müdahil olmak kolay da sıyrılmak hiç kolay değil.

Biz önümüze bakalım derken burnumuzun dibinde yaşananlardan ancak sağlıklı, doğru politikalarla sıyrılmamız mümkün. Sadece dış politika da değil. Her attığımız adımda. Eğitimde, sağlıkta, hukukta, ekonomide. Maalesef başta Suriyeliler olmak üzere 10 milyonun üzerinde, kimilerinin iddiasına göre de 15 milyon mülteci girdi zaten ülkemize. Bunun nasıl bir büyüklük olduğunun, bu halin başımıza ne işler açabileceğinin, ülkemiz, çoluğumuz çocuğumuzun geleceği açısında nasıl büyük bir tehlike olduğunun farkında değiliz. Kimi dostlarla konuşurken “din kardeşimiz”, “ne yani ortada mı bıraksaydık” benzeri beylik laflar ediyor olmaları gerçekten şaşırtıcı, üzücü. Bu kadar da bir haber, ya da bu kadar da gamsız, duyarsız  olunmaz ki. Hala gereksiz bir hamaset, bir kuru kabadayılık peşindeyiz. Akılcı değiliz. Kesinlikle akılcı değiliz. Israrla sanki kendimizi o coğrafyaya bulaştırma çabasındayız. Durup durup, kendimize çok yakın hissettiğimizden, ısrarla o coğrafyaya oynamaktan vazgeçmiyoruz.

Tehlikeli oyunlar oynanıyor. Kimse bana kenarda durarak etkili bir oyuncu olamayız falan gibi laflar etmesin. Sakın etmesin. Ben Türkiye’nin bu şekilde bir etkili oyuncu olmasını istemiyorum. Türkiye ABD gibi olmasın zaten. Türkiye İngiltere, Fransa gibi olmasın zaten. Türkiye zalim olmasın zaten. Türkiye’nin vizyonunu Kurucusu Atatürk koymuş “Yurtta barış, dünyada barış” Nokta. Umarım inanç, mezhep, dostluk, kardeşlik vb gibi sebeplerden, duyulan yakınlıktan dolayı rasyonel olmayan, akılcı olmayan çıkışlar yapmayız. Kim ne yaparsa yapsın, kim kiminle savaşırsa savaşsın herkese olması gerektiği kadar mesafede durmayı biliriz. Suriye’de yaptığımız hatalara bak. Sonuçlara bak. Rusya Ukrayna savaşındaki dengeli, adil duruşumuza, akıllı siyasetimize bak.

Umarım Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu yol haritası ve ilkelerle, yine gösterdiği hedefe kilitlenir, coğrafyada yaşananlara akıl dolu bir mesafede dururuz.

15 Temmuz 2024 Pazartesi

DEMOKRASİYİ HAK EDİYOR MUSUN? KESİNLİKLE HAYIR!

Hiç alın teriyle, emekle kazanılanla babadan kalanın hali bir olur mu? Hele yoklukla okumuş, senelerce dirsek çürütmüş sonra iş hayatına atılmış. Başlarda kıt kanaat geçinmiş. Ne yapmış etmiş bir ev almış kendine, ya da araba. Nasıl bilir o evin kıymetini değil mi? Üstüne titrer.


Birde şöyle bakalım; tüm olanlar babadan kalmış, üzerinde en küçük emek yok. Evler, arabalar, dükkanlar. Öyle tek tük de değil. Bana da, yedi göbek sülaleme de yeter deyip, keyfi sürülebilir. Beş parmağın beşi bir değil tabi. Aklı başında, kıymet bileni de olabilir. Ya da o varlığa rağmen yine de kendisi çalışıp, çabalayan da. Lakin diğeri gibi, alın teriyle, emekle hak edilen gibi kıymetinin bilinmesi zor. Satmak zorunda kalsan elin titrer, onlarcası miras ise hele de vefasızsan satarsın da, savarsın da, yer bitirirsin de.

Biz vefasız çıktık. Net! Kıymet bilmeyen cinsten. Demokrasi bize miras kaldı. Cebinde ekmek alacak parası olmayıp, vatan aşkıyla yanıp tutuşan, bir avuç vatanperver, milletperver kendilerini benimseyenlerle milli mücadeleyi başlattı. Bizi insana kulluktan, Allah’a kulluğa, vatandaşlığa, millet olmaya, kendi kendini yönetmeye terfi ettirdiler. Altın tepside sundular bize demokrasiyi. Biz mirasyedi, biz vefasız çıktık. Dünyanın karşısına her geçen gün çarkları daha güzel çalışan, insanlığın imrendiği bir demokrasi yerine var olanın da içine etmeyi seçtik. Kendimizi rezil ettik.

Geldiğimiz noktada özellikle demokrasilerde eğitimin önemini çok daha iyi anlıyorum. İster yarım yamalak, kör topal, ister ideale en yakın hiç fark etmez demokrasilerde, yani bir şekilde halkın kendi kendini yönettiği rejimlerde halkın eğitim seviyesi, seviye yetmez kalitesi, içeriği ne kadar önemliymiş meğer. Öyle ya yıllarca koyun kaval gibi okusan ne yazar? Kazandırdığı vizyon, dünya görüşü. Bunlar yerlerde sürünüyorsa nereye varabilirsin ki? Sonuç kademe kademe içine edilmiş bir eğitim sistemi. Kasıtlı değilse, amaç zaten bu değilse o zaman bu nasıl bir beceriksizlik? Onlarca yılda nasıl düzene girmez?

Görüyoruz eğitimli olmak dahi yetmiyor. Bu halden neler türedi bir baksana. Adam doktor. 20 yıldan fazla dirsek çürütmüş. Öyle şeylere inanıyor, itimat ediyor ki küçük dilini yutarsın. Güya bilim insanı. Eğitim dediğin sadece okul değil ki bunun ailesi var, bunun mahallesi var, kursları var, yurtları var, televizyonu, radyosu, gazetesi dergisi var. Bilinçli olarak öyle yetiştiriliyorlar ki. Koyun olsun. Bak bir düşün adam general bilmem ne imamından emir alıyor. Nasıl bir beyin yıkama. Bir de eğitim sisteminin içine edince ortaya neler çıkıyor bir düşün. Her geçen gün Atatürk’ten uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti kurucu iradesinden, bir idealden, Atatürk’ten, demokrasiden, bilimden, fenden kopmuş bir güruh. Artık azınlık falan da değil. Söyleyince hemen kazandıkları üniversiteler falan lafı ediyorlar ya ulan soruları çalmışsınız yıllarca. Neresinden tutayım. Bilimden uzaksın da dinden, ahlaktan da uzaksın. Matematik bilsen ne yazar cahilsin işte. Hala mülakat şu bu adı altında adil olandan kaçıyorsun. Kul hakkı değil mi bu? Hani derler ya ne dinde var ne kitapta. Demokrasiye müdahaleye vardırdılar, kalkışmalar yaşadı bu ülke. Ya halk demokrasiye sahip çıkmasaydı?

Peşinden geldiğimiz nokta. Evet, eğitim çıtası, ortalaması son derece aşağıya çekilmiş bir toplumda kitlenin bir kısmı zaten ne yaptığını, neye oy verdiğini dahi bilmiyor. Vallahi bilmiyor, billahi bilmiyor. Öylesine edilgen ki benimsediği alternatif neye doğru derse onu doğru kabul ediyor. Bu kitle mutlaka her ülkede vardır. Vardır da kiminde %5, kiminde %25. Sloganlar yeter bu güruha. Ver sloganı, sakız gibi çiğnesin, papağan gibi tekrar etsin. Ne bileyim? Ne diyeyim?

Bir kısmı eğitimli de olabilir ama öylesine ön yargılarla doludur ki ben hayatta şu zihniyete, bu bakış açısına oy vermem der çıkar. Çocukluğundan beri öyle yalan yanlışlarla yıkanmıştır ki beyni, öylesine içselleştirmiştir ki yalanı yanlışı, diğer taraf ne anlatıyor dinlemez bile.

Kimisi çok bildiğini sanır. İyi eğitim almıştır. Yurtdışında okumuştur. Mesleği noktasında oldukça iyidir. Ne yazık ki büyük resmi sürekli kaçırır. Dünyayı biliyorum diye düşünür. Çevresinin en eğitimlisidir. Kendince doğru buldukları ya da menfaatine olanları yapıyor diye memleketin olmazsa olmazlarını elinin tersiyle bir kenara iter. Daha kötüsü gözlerine perde iner, görmez bile. Kenara iter dedim ama görmez ki kenara itsin. Burnunun ucundaki en ağır yanlışları, yapısal yanlışları görmez. Keşke üç yanlış bir doğruyu götürse. Keşke! Yapılmış yalnızca bir ağır yanlış onlarca doğruyu almış götürmüştür. Görmez katiyen görmez.

Bugün 15 Temmuz. Demokrasi ve Millî Birlik Günü. İsmi ne kadar güzel. Keşke bu darbe girişimine zemin oluşturan yapılara fırsat vermeseydik. Keşke bu yapılar kanser hücreleri gibi memleketin müsait buldukları her yerine yayılmasaydı. Keşke devletin kademelerine nüfuz etmeselerdi. Keşke keşke demeseydik. Ne kadar çok doğruyu götürdü değil mi yanlışlarımız? E ne oldu? Ne olacak yırttık diye bayram kutluyoruz. Dersimizi aldık sanırım değil mi? Yok yahu, onu bıraktık başkasıyla devam. Oysa bu ülkenin kurucusu “Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.” demiş, son noktayı koymuştur. Anayasamıza göre tarikat, cemaat gibi yapılar da yasak değil miydi? Evet yasak! Kimin umurunda? Ders alınmış mı? Vefasız mısın? Evet! Umarsız mısın? Evet! Demokrasiyi hak ediyor musun? Kesinlikle hayır!

1 Haziran 2024 Cumartesi

TERÖR SEVİCİLER

 İlk günden beri Gaza’da yaşananlara kimlik ya da inanç zemininde yaklaşılmaması gerektiğini düşünüyor, söylüyorum. Liderlerin, sanatçıların, sporcuların, kanaat önderlerinin, yaşananlara tepki koyan herkesin buna dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum. Sivilleri, masumları, çocukları öldürenin kimliği olmaz. Onun adı teröristtir. Manyak de, psikopat de, ne dersen de. Sakın Amerikalı deme. Sakın Fransız deme. Arap deme, Türk, Kürt, Müslüman, Hristiyan, Yahudi deme. Katil de. Bu cani bir kişi olabilir, bir örgüt olabilir. Hatta bu bir devlet olabilir. Bu bir devlet anlayışı ise o devlet teröristtir. Devlet deyince bir şeye dikkat edilmelidir. Bu bir devletin kurumsal hedefi, süregelmiş anlayışının tecellisi değil de haltı yiyen hükümet ve o hükümetin başı ise o zaman terörist hükümettir, o hükümetin başıdır.

Yahu şu yaşananlara bak. İnsanlar televizyonda neler İZLEYEBİLİYORLAR? Çocuklar parçalanıyor, her yer kan revan. Bir değil, iki değil, üç değil. On binlerce bebek çocuk, masum. Hunharca bak dikkat et hunharca. Ve bir değil, iki değil, üç değil, onlarca o…… ç……. televizyonlara çıkıp gülebiliyorlar, gülümseyebiliyorlar.

Şimdi soruyorum. Zerre kadar duyarlı isen huzur bulman mümkün mü?

İster o çocuklara yan.

İster kendi çocukların ile ilgili kaygılan.

İster bu söylediklerime itibar et, ister etme. Bu yaşananlar sana bana diyor ki; sakın rahat uyuma! Bir gün, bir psikopat, bir manyak, bir o…… ç……. çıkar kendini haklı göstereceğini zannettiği sözde gerekçelerle masumları, içinde senin çocuklarının da bulunduğu masum çocukları, bebekleri katleder. Sen de kaderine yanarsın.

Aaaa meğerse insanlık diye bir şey yokmuş.

Uygarlık, medeniyet falan bunlar illüzyonmuş,

İnsan hakları, hayvanları koruma kanunu, doğayı koruma kanunu falan, bunlar sadece bir tiyatrodan ibaretmiş.

İyi ahlak yokmuş. Bırak iyiyi, iyi, kötü fark etmez ahlak zaten kökten yokmuş. O da bir yanılsamaymış.

İyi Müslüman olmak mı? Dalga mı geçiyorsun?

İyi Hristiyan, İyi Yahudi, İyi Budist, fark etmez iyi insan olmak mı? Hepsi düzmeceymiş.

Bundan böyle kimse evinde rahat uyumasın.

Uygarlık, insanlık denilen, insanın inandırıldığı sanal bir dünya imiş.

Gerçek dünyada birisi, bir gün bombayı patlatıverir. Yüzlerce binlerce insan ölür. Bunlardan birisi de senin bebeğin, sevgilin olabilir. Hiç öyle ben Amerika’da, Fransa’da, Belçika’da, ben İngiltere’deyim, İsveç’teyim diye düşünme. Bana uzak diye düşünme. Sen terörü desteklemeye devam et o….. ç……. Terörün eli her yere uzanır. Terör göstere göstere gelmez. Acı sürprizleri sever. Elbet haklı olduğumu göreceksin. Bir gün bir yerlerde sizden masum çocuklar öldüğünde sakın ağlamayın. Onları siz kurban ettiniz. Birileri haksız yere binlerce çocuğu öldürdüğünde katı bir şekilde karşısında durup, bunu yapamazsın demediniz. Aksine cesaret verdiniz, cesaretlendirdiniz.

Aynı desteği diğer teröristlere de yaptınız. Onları kendi ülkelerinizde sakladınız. Korudunuz. Örgütlenmelerine destek verdiniz. Bunu özgürlük savaşçıları, insan hakları türünden kulağa hoş gelen laflarla yapıyorsunuz. Hala yapıyorsunuz. Televizyonlara çıkıp marka kravatlarınız, ceketleriniz, parfümlerinizle kınasak mı? kınamasak mı tartışması yapıyorsunuz ya.  

Oysa teröristin tanımı net. Çoluk, çocuk, yaşlı, hasta, bakıma muhtaç demeden, bu sivil, bu silahsız, bu masum demeden öldürüyorsa, hele hele topluca öldürüyorsa o en büyük devlette olsa, örgütte olsa, kişi de olsa o teröristtir. Onun durması, düşünmesi, değerlendirmesi, kınaması olmaz. Dur denir. Cezası verilir. Durmadıysa gereken yapılır yine cezası verilir.

Ey teröristler ve ey terör seviciler, Allah sizin belanızı versin.

24 Mayıs 2024 Cuma

SANKİ İÇİME DOĞMUŞ GİBİ

“Sanki içime doğmuş gibi” derken öyle bir meziyetim elbette yok ama yaşanan gelişmeler beni rahatsız etmişti. Sanki alınacak bir kararın PR’ı yapılıyor gibiydi. Durup dururken, birden bire hayvan saldırısı haberlerini sayısı artınca düşüncelerimi şöyle paylaşmıştım.

“Türkiye’ye gelen turistler tarafından medya ve sosyal medyada Türkiye’de sokak kedi ve köpeklerine sevgi, şefkat dolu davranıldığı, kedi ve köpeklerin insanlarla cennette yaşıyor gibi yaşadıklarını anlatan haberler yapılıyor, videolar paylaşılıyor. Kendini medeni, gelişmiş ülkeler olarak görüp, doğu, orta doğuyu az gelişmiş (gelişmekte olan😊) gören batı dünyasının vatandaşları Türkiye’den övgü dolu bahsediyorlar.

Diğer taraftan sanki bir düğmeye basılmış gibi sokak köpeklerine karşı bir furya başladı. TV’lerde köpek saldırıları ile ilgili haberler de haberler. Kardeşim dün yok denecek kadar az iken birdenbire saldırı sayıları mı arttı? Sanki sistematik bir propaganda. Köpekler şöyle saldırdı, böyle saldırdı. Sonrasında sokak köpekleri itlaf edilsin türünden 21.yüzyılda ağza bile alınamayacak türden açıklamalar vs. Nihayetinde sokak köpekleri ile ilgili çalışmalar meclis tatile girmeden yapılacak dendi. Elbette insanlara bir zarar gelmesin. Geliyorsa bir çözümü olsun ama aman saçmalamayalım.

 Galiba İstanbul Üniversitesi idi, emin değilim, veterinerlik fakültesinde bir hocamız ‘öğrencilerimle şu kadar sürede şu kadar canı kısırlaştırabiliriz, gittikçe düzene girer’ demişti. Sadece belediyeler değil, mümkün olabilecek fakülteler, ilgili kurumlar, sivil toplum örgütleri sürece dahil edilse, dünyanın imreneceği içerik, standart ve koşullarda barınaklar olsa vs.

 Aslında diyorum ki ; “Allah rızası için” öyle bir şey yapın ki biz başka ülkelere örnek olalım. Biz onlardan değil onlar bizden kopya çeksin. İmrensinler bize. Ne var? Olamaz mı? Türkiye’ye baksınlar, tıpkı başta yazdığım gibi Türkiye cennet desinler. Güzel bir şey yaptığında merak etmeyin övgülere mazhar olursunuz. Herkes sizinle ilgili iyi konuşur, örnek gösterir. Kötü iş çıkarır, göz boyamaya kalkarsan o zaman da rezilliğiniz konuşulur. Lütfen ama lütfen saçmalamayalım.”

 Dedim ya “içime doğmuş gibi”, “şaka gibi” ama ciddi! Dikkat ciddi! İçine “itlaf” , “uyutma” gibi kulağı tırmalamayan kelimelerin konulduğu, bu kelimelerle ise aslında “can alma”, “öldürme”, “cinayet”in kastedildiği bir yasa çıkarılmaya çalışılıyor. Oysa “uyutmak” öldürmek değildir. Dünde paylaşmıştım. “Uyutmak” artık yaşatma imkanı kalmamış ya da yaşasa bile büyük zorluklar yaşayacak, yaşamını idame ettiremeyeceği neredeyse kesin olan canların daha fazla acı çekmemeleri için uygulanan işleme verilen ad, bu anlamda kullanılan bir terim. Buna da ancak bir veteriner karar verebilir. Senin konforun bozulmasın, rahatın kaçmasın diye hayvan öldürmenin adı ‘uyutma’ değildir. Dümdüz öldürmektir.

 Ve nihayet Türk Veteriner Hekimleri Birliği (TVHB), sokak hayvanlarının öldürülmesini de içeren yasa teklifi kabul edilirse, meslek yeminlerine bağlı kalacaklarını, sokak hayvanlarını öldürmeyeceklerini duyurdu. Tabi burada bir ilginç bir durum daha ortaya çıktı. Hayvanları Koruma Kanunu ile ilgili fikirleri alınmamış, teklifin önümüzdeki haftalarda TBMM’ye geleceğini basından öğrenmişler.

Sonuç; bu hadiseler gündeme düşmeden önce paylaştığım endişelerimde hiç haksız değilmişim. Yazımı o gün nasıl tamamlamışsam yine aynı şekilde tamamlayayım.

“Aslında diyorum ki ; Allah rızası için öyle bir şey yapın ki biz başka ülkelere örnek olalım. Biz onlardan değil onlar bizden kopya çeksin. İmrensinler bize. Ne var? Olamaz mı? Türkiye’ye baksınlar, tıpkı başta yazdığım gibi Türkiye cennet desinler. Güzel bir şey yaptığında merak etmeyin övgülere mazhar olursunuz. Herkes sizinle ilgili iyi konuşur, örnek gösterir. Kötü iş çıkarır, göz boyamaya kalkarsan o zaman da rezilliğiniz konuşulur. Lütfen ama lütfen saçmalamayalım.”

14 Nisan 2024 Pazar

ZAFER Mİ? FIRSAT MI?

Çok geçmişe değil şöyle 70’li, 80’li yıllara dahi baktığımda “iğneyi evvel kendine batır, sonra çuvaldızı başkasına.” diyen bir millet olduğumuzu görürüz. Lakin hemen birçok konuda olduğu gibi bu anlamda da başkalaştık sanırım. Birilerini ya tepemize çıkarıyoruz ya yerin dibine batırıyoruz. Ortamız yok. Bir futbol insanı geliyor mesela, önce bir tepemizde gezdiriyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceği ilgiye, övgüye mazhar oluyor. İşler biraz kötü gitsin yandı. Başlıyoruz adamı yerden yere vurmaya. Yahu dur adam bir şeyleri toparlamaya gelmiş. Bir takımın gidişatını değiştirmek kolay mı? Üç beş maçta olacak iş mi? Kendince doğru olanı, kendi sistemini oturtmak kolay iş mi? Elbette artıları, eksileri değerlendirilecek, hataları eleştirilecek. Aksini söylemiyorum. Söylemek istediğim adamı topun ağzına koyup, bir temiz dövüyor, yerin dibine sokuyor, günah keçisi ilan ediyor olmamız. Bitiriyor, öldürüyoruz adamı. Var olduğuna olacağına pişman ediyoruz.

Hemen her konuda, tabi siyasette de böyle. Birey olma bilincine haiz, aklı başında birisi bakar kendine göre artılardan eksileri çıkarır bu kez seni deneyeyim der. Olmadı bir sonraki seçimde diğerini dener, olmadı alternatif arar. Ha haksızlık olmasın; bizim sistemimiz, siyasi partiler kanunu vb. sebepler bu yaklaşıma kısmen ket vurmaktadır; kabul ediyorum. Bir genel başkan yapamadığında onu koltuğundan kaldırmak neredeyse imkansızdır mesela. Fakat ne olursa olsun bu birisini günah keçisi, diğerini pelerinli kahraman yapmamıza sebep değildir. İşte bakın CHP genel başkanını değiştirebildi. Zar zor demek olabiliyormuş.

Uzatmayayım zaten Kılıçdaroğlu konusuna gelecektim. Ben ezber bozmaya ve ortada haksızlık var ise o haksızlığı dile getirmeye devam edeceğim. Bir de zafer sarhoşluğuyla gaflete düşme deneyimi yaşamasınlar. Ben uyarılarımı yapacağım. Ha zaten kaç kişi okuyor diyeceksin. Önemli değil “günlük misali” ben kendi tarihime not düşüyorum. Yine kahramanlar yaratmaya başladık. Bu kadar basit düşünüyor olamayız, bunu kabul etmiyorum ve inanamıyorum. Siyasetle alakası olmayan bir vatandaş böyle düşünebilir. Yadırgamam. Ancak TV’lerde, gazetelerde böyle konuşuluyor olmasına inanamıyorum.

Ne oldu yani? Günah keçisi gitti, pelerinli kahraman geldi ve bir anda her şey değişti öyle mi? Aman diyeyim başarı var-yok falan katiyen demiyorum. Yoksa ben de yalnızca siyah ya da beyaz görme zafiyetine düşmüş olurum. Ne olursa olsun ortada bir matematik var. Yalnızca bölgelerin nabzını tutarak doğru adayları belirlemek bile küçümsenemeyecek bir başarı. Tarihte hiç CHP’de olmamış belediyeleri almış olmak daha başka bir başarı. İzmir’in kalesi dediğin İzmir’de %48 oy alırken İstanbul’da %51, Ankara’da %60 oy almak da elbette başarı.

Lakin Kılıçdaroğlu gitti, değişim başarıyı getirdi. Özel geldi, İmamoğlu, ya da Yavaş geldi başarı geldi diyecek kadar sığ düşünürsek ne kadar sağlıklı değerlendirmiş oluruz? Kimse kusura bakmasın. Hataların en büyüğü bu. Değişim zaten başlamıştı. Hem de 2019’da başlamıştı. Sağ seçmenin, hatta muhafazakâr seçmenin CHP’ye oy vermesi, ülkücü insanların yeri geldiğinde Kılıçdaroğlu’nu, CHP’yi savunması, CHP’li seçmenin ülkücü tandanslı bir adaya oy vermeye başlaması yeni değil. Bir anlamda Millet ittifakında bir uzlaşı zemini, bir toplumsal barış, hoşgörü platformu oluşmaya başlamıştı. Bunu başaransa Kılıçdaroğlu idi. Hatalar da yaptı tabi. Çok eleştirildi. Cesur davrandı, karar aldı uyguladı. Bir çoğunda haklı çıktı. Demem o ki ortada bir zafer var ise aslında temelleri çok önceden ve Kılıçdaroğlu ile atılmıştı. Nitekim 2019 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara’yı aldılar.

Takımı, ortamı hazırlayan teknik direktör kötüydü gitti. Hazırladığı takım, ortam işin başına başkası gelince hemen ilk derbi maçını aldı. Bir başarı varsa; o başarı yeni gelenlerin öyle mi? Yahu hakikaten işi futbola çevirmenin, haber programlarında, güya tartışma programlarında belli bir kesim tarafından futboldan sonra belki de en çok ilgi gören siyaset meselesine popülist yaklaşırsanız vay halinize. Kılıçdaroğlu’nun başına gelen emin olun yarın başkasının başına gelir. Ve ülkeye ne kadar büyük bir kötülük yaptığınızın farkına bile varmazsınız. Tabi amacınız bu değilse.

Şimdi biraz derinlemesine düşünelim. Muhalefet cenahında sürekli zikredilen isimlere bir bakalım hangisinde Kılıçdaroğlu’nun desteği yok. Ve hangisi Kılıçdaroğlu’nun arkasında taş gibi durdu? Sen hep bana destek ver ama ben ilk fırsatta senin arkana dolanayım. Var mı böyle bir şey? Siyasette, takım oyununda, bir ekipte böyle bir şey kabul edilebilir mi?

Hadi tek tek bakalım.

Özgür Özel; hemen hemen Kılıçdaroğlu’nun en yakınındaki, güvendiği, partinin göz önündeki en önemli isimlerinden biriydi. Yönetim olarak yanlış bulduğu şeyler vardı ise neden Genel Başkanına engel olmadı? Daha doğru yapılabilecek şeyler vardı ise neden yapılmasına vesile olmadı? Genel başkan olmak için fırsat mı bekledi? Öyledir demiyorum. Yanlış anlaşılmasın neyin değişimi yaşandı da nasıl bir büyük zafer elde edildi? Bana kızabilirsiniz de anlarım ama dedim ya haksızlıklar beni rahatsız ediyor.

Ekrem İmamoğlu; Kılıçdaroğlu olmasaydı bugün İmamoğlu diye birini tanıyor muyduk? Bir ilçenin belediye başkanı olmaktan öte bir pozisyonu var mıydı? Bir siyasi partide herhangi bir sıradan partilinin rutin yollarla partinin ilk birkaç adamı arasına girmesi yüzde kaç ihtimaldir? Partilerde görev yapanlar, aktif siyaset yapanlar bu soruya cevap versinler. Bir ilçe belediye başkanının bir dönem sonra İstanbul belediye başkan adayı, belediye başkanı ve akabinde cumhurbaşkanı adayı olma ihtimali nedir? İmamoğlu kendisine “evladım” yada “baba oğul gibiyiz” diyen bir adama yaptığını nasıl telafi edebilir mi? Hakkını ödeyebilir mi? Hayır!

Mansur Yavaş; evet Mansur Yavaş üzerinde de hakkı vardı Kılıçdaroğlu’nun. Onu da Ankara’ya aday göstererek hem Ankara’yı aldı hem de siyaset sahnesine önemli bir aktör kazandırdı. Doğrusu bu. Diğer taraftan Mansur Yavaş da gayet omurgalı durdu. Yapılan onca baskıya rağmen vefalı davrandı. Fırsatçılık yapmadı. Aklı başında bir siyasetçi, bir devlet adamı olduğunu herkese İspatladı.

Meral Akşener; kendisinden çok şey beklenen idi. Maalesef bir o kadar ağır sükût-u hayal oldu. Hatırlayın partisi daha rüştünü ispatlayamadan oyun dışı bırakılacaktı. Kimse inkâr edemez ki gerek kendisinin, gerek partisinin siyasette tutunmasında, CHP ile birlikte bir umut haline gelmesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok ciddi katkısı vardı. Nitekim Kılıçdaroğlu’na övgüler yağdırdı. Hatta Kılıçdaroğlu’nu ailesine emanet edecek kadar ileri götürdü. Bakın Kılıçdaroğlu’nun yaptığı işin büyüklüğünü siyaset sahnesinde, 85 milyonun gözünün önünde edilmiş şu lafın büyüklüğünden anlayabilirsiniz. Lafı söyleyene değil, söyletene bakın. Hiç kolay değil bu kararları almak. Taşın altına elini değil, kolunu koymak. Gelecek olumsuz tepkileri göğüslemek. Sonra ne mi oldu? Sayın Akşener 180 derecelik bir dönüş ile Kılıçdaroğlu’na cephe aldı. Masalardan kalkmalar, sonra geri dönmeler, çok ağır eleştiriler vs. Sonrasında daha öteye götürdü sadece Kılıçdaroğlu değil cumhurbaşkanı adayı olsunlar diye çırpındığı Yavaş ve İmamoğlu’na da söylemediğini bırakmadı. Bu 180 derecelik dönüşü, ülke tarihi için son derece önemli olan bir seçimin kaybedilmesini seçmenlerine anlatamazsın. Suçu ona buna atarak, ona buna laf yetiştirerek seçmeni ikna edemezsin.

Muharrem İnce; dün gibi hatırlıyorum kendisini Cumhurbaşkanlığı makamına aday gösteren Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili olarak Kılıçdaroğlu bir insanın, bir faninin yapamayacağı bir şey yaptı. Beni, kendisine rakip olan bir kişiyi Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdi. Ben vefalı bir insanım. Haksızlık yapamam. Seçimi kaybedersem Sayın Kılıçdaroğlu ile bir daha karşı karşıya gelmem. Gel bana danışman ol der olurum, gel bana yardımcı ol der olurum, ama bana bunu yapan birisi ile bir daha benzer bir yarışa girmem, bir daha asla Kılıçdaroğlu’na rakip olmam dediğini dün gibi hatırlıyorum. Tıpkı Sayın Akşener’de olduğu gibi, bakın yineliyorum. Söyleyene değil, söyletene bakın. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı işin büyüklüğünü bu methiyelerden anlayın. Siyaset sahnesinde bunlar hakikaten kolay işler değil.

2019 Yerel Seçimlerinde İstanbul ve Ankara’nın millet ittifakı tarafından alınması ve muhalefetin memnun olmayan insanlar üzerinde umut olmaya başladığı bir konjonktürde, özellikle 2023 Genel Seçimleri sürecinde devlet adamlığı sorumluluğu ve ciddiyetinden uzak şımarık çocuklar gibi ortaya düşenler, kendini bir şey zannedenler seçim kampanyasını berbat ettiler. Sebebi bilinmez ama bir yanda masanın bazı bileşenleri, bazı eski yol arkadaşları ve tabi ki basın masayı bir şekilde bir arada tutmaya çalışan Kılıçdaroğlu’na cephe almıştı. Halk istemiyor da istemiyor. İstemeyen halk mıydı gerçekten yoksa başka bir şey mi vardı? Evet farklı adaylarla bir iki puan daha fazla alma ihtimali olabilirdi belki ama halihazırdaki yapıyla da çok rahat kazanıyorlardı. Bu yapılanlar bir iki puandan çok daha fazla zarar veriyordu ittifaka. Resmen paçalarından tutmuş aşağı çekiyorlardı Kılıçdaroğlu’nu. Önceki seçimlerde kendisi neden aday olmuyor diye eleştirenler şimdi de neden aday oluyor diye feryat figan ediyorlardı.

Hep söyledim, yine ısrarla söylüyorum. Seçimi Kılıçdaroğlu kaybetmedi. Kaybettirdiler. Tarihe not düşüyoruz ya bu zaman içinde anlaşılacak. Kim bilir nelr neler çıkacak. Üzerine bu denli negatif propaganda yapılan, birlikte yola çıktığı insanların, hatta kendi mahallesinden insanların vurduğu, Brütüs’lerle dolu, büyük ortağının son dakikada saçma sapan nedenler ortaya sürerek yarı yolda bıraktığı bir ortamda neredeyse tek başına yine çok iyi oy aldı. Yahu bırak küçük küçük hadiseleri, hadi onları yok sayalım. İlk turda Erdoğan %49,82, Kılıçdaroğlu %44,88 aldı. Aradaki fark %4,9’du. İkinci turda Erdoğan %52,18, Kılıçdaroğlu %47,82 aldı. Aradaki fark %4,3. İyi Partiden gelmesi gereken en az %7’lik oy ve Memleket Partisi sebebiyle kaybedilmiş %2-3’lük oy gelseydi seçimi Kılıçdaroğlu rahatlıkla kazanıyordu. Ortada riskli bir resim olmasa Erdoğan gibi sahayı iyi okuyabilen bir siyasetçi Hüdapar, YRP, DSP vb.leri ile ittifak yapar mıydı?

Şimdi gelelim zafere. Öncelikle sandığa giden seçmen dahil, tüm emeği geçenlere teşekkür etmek lazım. Demokrasi güzel, halkın demokrasiye itibarı ise bambaşka güzel. ‘Gel de Atatürk’e minnet duyma.’ Neyse genel seçimlerle yerel seçimleri mukayese etmek son derece yanlıştır. Çok yanıltır. Yerel seçimlerle yerel seçimleri karşılaştırmak doğru olandır.

Kılıçdaroğlu’nun kurmaya çalıştığı CHP seçmeni dışındaki seçmenden de oy alabilme süreci, yani değişim süreci 2019 öncesinde başladı. Ne eleştiriler aldı Kılıçdaroğlu. Nitekim eğer başarıysa ilk başarı 2019 Yerel Seçimleri idi. 2019 Yerel Seçimlerinde ülke genelinde kim ne oy almış bakalım. Ak Parti %44,3 , CHP %30,1 , İyi Parti %7,4 , MHP %7,3 , HDP %4,2 oy almış. Yazalım bunu bir kenara. CHP ilk defa %25’leri aştı falan deniyor ya olur mu öyle şey? 2019’da zaten %30’u bulmuştu.

Neyse gelelim 2024’e. Ak Parti’nin oy oranı %35,4. Ak Parti oylarının %6,7’sini Yeniden Refah Partisine kaçırmış gibi görünüyor. YRP ile anlaşsalardı ne olurdu? %35,4+%6,7=%42,1 neredeyse 2019 ile aynı. CHP oylarına bakacak olursak. 2019’da CHP %30,1 almış. İyi Parti ise %7,3 almış. 2024 yerel seçimlerinde belli ki iktidardan memnun olmayan muhalif seçmen, İyi Parti’nin 2023 Genel Seçimlerinde yaptıklarından ve 2024 Yerel Seçimlerindeki muhalefeti bölen duruşundan da hiç memnun kalmamış ki oyu bölmemiş ve CHP’ye oy vermiş. Hesap ortada. %30,1+%7,4=%37,5 yapıyor. Artı eksi başka detaylar var malum. Lakin yalnızca bu rakamlar bile genel resme ışık tutuyor.

2024 Yerel Seçim sonuçları CHP açısından ne kadar zafer olarak değerlendirilebilir yada zaferin seviyesi nedir bunlar tartışılır. Kesin olan bir şey var ki o da CHP’nin eşsiz bir fırsat yakaladığı. Bundan sonra yapacakları ise aldıkları tüm belediyelerde hangi fikirden olduğuna bakmaksızın tüm seçmene beklenenin çok üstünde hizmet etmek ve tabi ki yaptıklarını seçmene layığıyla anlatmak. İşte o zaman verilmiş emanet oylar kalıcı hale gelir ve yaşananlar gerçek bir zafere dönüşür.

ZULÜM

Arapça zlm, zulm kökünden gelip, dilimize birçok türemişiyle girmiş bir kelimedir, zulüm. Daha ziyade güçlünün, güçlü olanın kendinden olmay...