Çok geçmişe değil şöyle 70’li,
80’li yıllara dahi baktığımda “iğneyi evvel kendine batır, sonra çuvaldızı
başkasına.” diyen bir millet olduğumuzu görürüz. Lakin hemen birçok konuda
olduğu gibi bu anlamda da başkalaştık sanırım. Birilerini ya tepemize çıkarıyoruz
ya yerin dibine batırıyoruz. Ortamız yok. Bir futbol insanı geliyor mesela,
önce bir tepemizde gezdiriyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceği ilgiye,
övgüye mazhar oluyor. İşler biraz kötü gitsin yandı. Başlıyoruz adamı yerden
yere vurmaya. Yahu dur adam bir şeyleri toparlamaya gelmiş. Bir takımın
gidişatını değiştirmek kolay mı? Üç beş maçta olacak iş mi? Kendince doğru
olanı, kendi sistemini oturtmak kolay iş mi? Elbette artıları, eksileri
değerlendirilecek, hataları eleştirilecek. Aksini söylemiyorum. Söylemek
istediğim adamı topun ağzına koyup, bir temiz dövüyor, yerin dibine sokuyor,
günah keçisi ilan ediyor olmamız. Bitiriyor, öldürüyoruz adamı. Var olduğuna
olacağına pişman ediyoruz.
Hemen her konuda, tabi siyasette de
böyle. Birey olma bilincine haiz, aklı başında birisi bakar kendine göre
artılardan eksileri çıkarır bu kez seni deneyeyim der. Olmadı bir sonraki
seçimde diğerini dener, olmadı alternatif arar. Ha haksızlık olmasın; bizim
sistemimiz, siyasi partiler kanunu vb. sebepler bu yaklaşıma kısmen ket
vurmaktadır; kabul ediyorum. Bir genel başkan yapamadığında onu koltuğundan
kaldırmak neredeyse imkansızdır mesela. Fakat ne olursa olsun bu birisini günah
keçisi, diğerini pelerinli kahraman yapmamıza sebep değildir. İşte bakın CHP
genel başkanını değiştirebildi. Zar zor demek olabiliyormuş.
Uzatmayayım zaten Kılıçdaroğlu
konusuna gelecektim. Ben ezber bozmaya ve ortada haksızlık var ise o haksızlığı
dile getirmeye devam edeceğim. Bir de zafer sarhoşluğuyla gaflete düşme
deneyimi yaşamasınlar. Ben uyarılarımı yapacağım. Ha zaten kaç kişi okuyor
diyeceksin. Önemli değil “günlük misali” ben kendi tarihime not düşüyorum. Yine
kahramanlar yaratmaya başladık. Bu kadar basit düşünüyor olamayız, bunu kabul
etmiyorum ve inanamıyorum. Siyasetle alakası olmayan bir vatandaş böyle
düşünebilir. Yadırgamam. Ancak TV’lerde, gazetelerde böyle konuşuluyor olmasına
inanamıyorum.
Ne oldu yani? Günah keçisi gitti,
pelerinli kahraman geldi ve bir anda her şey değişti öyle mi? Aman diyeyim
başarı var-yok falan katiyen demiyorum. Yoksa ben de yalnızca siyah ya da beyaz
görme zafiyetine düşmüş olurum. Ne olursa olsun ortada bir matematik var.
Yalnızca bölgelerin nabzını tutarak doğru adayları belirlemek bile
küçümsenemeyecek bir başarı. Tarihte hiç CHP’de olmamış belediyeleri almış
olmak daha başka bir başarı. İzmir’in kalesi dediğin İzmir’de %48 oy alırken
İstanbul’da %51, Ankara’da %60 oy almak da elbette başarı.
Lakin Kılıçdaroğlu gitti, değişim
başarıyı getirdi. Özel geldi, İmamoğlu, ya da Yavaş geldi başarı geldi diyecek
kadar sığ düşünürsek ne kadar sağlıklı değerlendirmiş oluruz? Kimse kusura
bakmasın. Hataların en büyüğü bu. Değişim zaten başlamıştı. Hem de 2019’da
başlamıştı. Sağ seçmenin, hatta muhafazakâr seçmenin CHP’ye oy vermesi, ülkücü
insanların yeri geldiğinde Kılıçdaroğlu’nu, CHP’yi savunması, CHP’li seçmenin
ülkücü tandanslı bir adaya oy vermeye başlaması yeni değil. Bir anlamda Millet
ittifakında bir uzlaşı zemini, bir toplumsal barış, hoşgörü platformu oluşmaya
başlamıştı. Bunu başaransa Kılıçdaroğlu idi. Hatalar da yaptı tabi. Çok
eleştirildi. Cesur davrandı, karar aldı uyguladı. Bir çoğunda haklı çıktı.
Demem o ki ortada bir zafer var ise aslında temelleri çok önceden ve
Kılıçdaroğlu ile atılmıştı. Nitekim 2019 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara’yı
aldılar.
Takımı, ortamı hazırlayan teknik
direktör kötüydü gitti. Hazırladığı takım, ortam işin başına başkası gelince
hemen ilk derbi maçını aldı. Bir başarı varsa; o başarı yeni gelenlerin öyle
mi? Yahu hakikaten işi futbola çevirmenin, haber programlarında, güya tartışma
programlarında belli bir kesim tarafından futboldan sonra belki de en çok ilgi
gören siyaset meselesine popülist yaklaşırsanız vay halinize. Kılıçdaroğlu’nun
başına gelen emin olun yarın başkasının başına gelir. Ve ülkeye ne kadar büyük
bir kötülük yaptığınızın farkına bile varmazsınız. Tabi amacınız bu değilse.
Şimdi biraz derinlemesine
düşünelim. Muhalefet cenahında sürekli zikredilen isimlere bir bakalım
hangisinde Kılıçdaroğlu’nun desteği yok. Ve hangisi Kılıçdaroğlu’nun arkasında
taş gibi durdu? Sen hep bana destek ver ama ben ilk fırsatta senin arkana dolanayım.
Var mı böyle bir şey? Siyasette, takım oyununda, bir ekipte böyle bir şey kabul
edilebilir mi?
Hadi tek tek bakalım.
Özgür Özel; hemen hemen
Kılıçdaroğlu’nun en yakınındaki, güvendiği, partinin göz önündeki en önemli
isimlerinden biriydi. Yönetim olarak yanlış bulduğu şeyler vardı ise neden
Genel Başkanına engel olmadı? Daha doğru yapılabilecek şeyler vardı ise neden yapılmasına
vesile olmadı? Genel başkan olmak için fırsat mı bekledi? Öyledir demiyorum.
Yanlış anlaşılmasın neyin değişimi yaşandı da nasıl bir büyük zafer elde
edildi? Bana kızabilirsiniz de anlarım ama dedim ya haksızlıklar beni rahatsız
ediyor.
Ekrem İmamoğlu; Kılıçdaroğlu
olmasaydı bugün İmamoğlu diye birini tanıyor muyduk? Bir ilçenin belediye
başkanı olmaktan öte bir pozisyonu var mıydı? Bir siyasi partide herhangi bir
sıradan partilinin rutin yollarla partinin ilk birkaç adamı arasına girmesi
yüzde kaç ihtimaldir? Partilerde görev yapanlar, aktif siyaset yapanlar bu
soruya cevap versinler. Bir ilçe belediye başkanının bir dönem sonra İstanbul
belediye başkan adayı, belediye başkanı ve akabinde cumhurbaşkanı adayı olma
ihtimali nedir? İmamoğlu kendisine “evladım” yada “baba oğul gibiyiz” diyen bir
adama yaptığını nasıl telafi edebilir mi? Hakkını ödeyebilir mi? Hayır!
Mansur Yavaş; evet Mansur Yavaş
üzerinde de hakkı vardı Kılıçdaroğlu’nun. Onu da Ankara’ya aday göstererek hem
Ankara’yı aldı hem de siyaset sahnesine önemli bir aktör kazandırdı. Doğrusu
bu. Diğer taraftan Mansur Yavaş da gayet omurgalı durdu. Yapılan onca baskıya
rağmen vefalı davrandı. Fırsatçılık yapmadı. Aklı başında bir siyasetçi, bir
devlet adamı olduğunu herkese İspatladı.
Meral Akşener; kendisinden çok şey
beklenen idi. Maalesef bir o kadar ağır sükût-u hayal oldu. Hatırlayın partisi
daha rüştünü ispatlayamadan oyun dışı bırakılacaktı. Kimse inkâr edemez ki
gerek kendisinin, gerek partisinin siyasette tutunmasında, CHP ile birlikte bir
umut haline gelmesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok ciddi katkısı vardı. Nitekim
Kılıçdaroğlu’na övgüler yağdırdı. Hatta Kılıçdaroğlu’nu ailesine emanet edecek
kadar ileri götürdü. Bakın Kılıçdaroğlu’nun yaptığı işin büyüklüğünü siyaset
sahnesinde, 85 milyonun gözünün önünde edilmiş şu lafın büyüklüğünden
anlayabilirsiniz. Lafı söyleyene değil, söyletene bakın. Hiç kolay değil bu
kararları almak. Taşın altına elini değil, kolunu koymak. Gelecek olumsuz
tepkileri göğüslemek. Sonra ne mi oldu? Sayın Akşener 180 derecelik bir dönüş
ile Kılıçdaroğlu’na cephe aldı. Masalardan kalkmalar, sonra geri dönmeler, çok
ağır eleştiriler vs. Sonrasında daha öteye götürdü sadece Kılıçdaroğlu değil
cumhurbaşkanı adayı olsunlar diye çırpındığı Yavaş ve İmamoğlu’na da
söylemediğini bırakmadı. Bu 180 derecelik dönüşü, ülke tarihi için son derece
önemli olan bir seçimin kaybedilmesini seçmenlerine anlatamazsın. Suçu ona buna
atarak, ona buna laf yetiştirerek seçmeni ikna edemezsin.
Muharrem İnce; dün gibi
hatırlıyorum kendisini Cumhurbaşkanlığı makamına aday gösteren Kemal
Kılıçdaroğlu ile ilgili olarak Kılıçdaroğlu bir insanın, bir faninin
yapamayacağı bir şey yaptı. Beni, kendisine rakip olan bir kişiyi Cumhurbaşkanı
adayı olarak gösterdi. Ben vefalı bir insanım. Haksızlık yapamam. Seçimi
kaybedersem Sayın Kılıçdaroğlu ile bir daha karşı karşıya gelmem. Gel bana
danışman ol der olurum, gel bana yardımcı ol der olurum, ama bana bunu yapan
birisi ile bir daha benzer bir yarışa girmem, bir daha asla Kılıçdaroğlu’na
rakip olmam dediğini dün gibi hatırlıyorum. Tıpkı Sayın Akşener’de olduğu gibi,
bakın yineliyorum. Söyleyene değil, söyletene bakın. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı
işin büyüklüğünü bu methiyelerden anlayın. Siyaset sahnesinde bunlar hakikaten
kolay işler değil.
2019 Yerel Seçimlerinde İstanbul ve
Ankara’nın millet ittifakı tarafından alınması ve muhalefetin memnun olmayan
insanlar üzerinde umut olmaya başladığı bir konjonktürde, özellikle 2023 Genel
Seçimleri sürecinde devlet adamlığı sorumluluğu ve ciddiyetinden uzak şımarık
çocuklar gibi ortaya düşenler, kendini bir şey zannedenler seçim kampanyasını
berbat ettiler. Sebebi bilinmez ama bir yanda masanın bazı bileşenleri, bazı
eski yol arkadaşları ve tabi ki basın masayı bir şekilde bir arada tutmaya
çalışan Kılıçdaroğlu’na cephe almıştı. Halk istemiyor da istemiyor. İstemeyen
halk mıydı gerçekten yoksa başka bir şey mi vardı? Evet farklı adaylarla bir
iki puan daha fazla alma ihtimali olabilirdi belki ama halihazırdaki yapıyla da
çok rahat kazanıyorlardı. Bu yapılanlar bir iki puandan çok daha fazla zarar
veriyordu ittifaka. Resmen paçalarından tutmuş aşağı çekiyorlardı
Kılıçdaroğlu’nu. Önceki seçimlerde kendisi neden aday olmuyor diye eleştirenler
şimdi de neden aday oluyor diye feryat figan ediyorlardı.
Hep söyledim, yine ısrarla
söylüyorum. Seçimi Kılıçdaroğlu kaybetmedi. Kaybettirdiler. Tarihe not
düşüyoruz ya bu zaman içinde anlaşılacak. Kim bilir nelr neler çıkacak. Üzerine
bu denli negatif propaganda yapılan, birlikte yola çıktığı insanların, hatta
kendi mahallesinden insanların vurduğu, Brütüs’lerle dolu, büyük ortağının son
dakikada saçma sapan nedenler ortaya sürerek yarı yolda bıraktığı bir ortamda
neredeyse tek başına yine çok iyi oy aldı. Yahu bırak küçük küçük hadiseleri,
hadi onları yok sayalım. İlk turda Erdoğan %49,82, Kılıçdaroğlu %44,88 aldı.
Aradaki fark %4,9’du. İkinci turda Erdoğan %52,18, Kılıçdaroğlu %47,82 aldı.
Aradaki fark %4,3. İyi Partiden gelmesi gereken en az %7’lik oy ve Memleket
Partisi sebebiyle kaybedilmiş %2-3’lük oy gelseydi seçimi Kılıçdaroğlu
rahatlıkla kazanıyordu. Ortada riskli bir resim olmasa Erdoğan gibi sahayı iyi
okuyabilen bir siyasetçi Hüdapar, YRP, DSP vb.leri ile ittifak yapar mıydı?
Şimdi gelelim zafere. Öncelikle
sandığa giden seçmen dahil, tüm emeği geçenlere teşekkür etmek lazım. Demokrasi
güzel, halkın demokrasiye itibarı ise bambaşka güzel. ‘Gel de Atatürk’e minnet
duyma.’ Neyse genel seçimlerle yerel seçimleri mukayese etmek son derece
yanlıştır. Çok yanıltır. Yerel seçimlerle yerel seçimleri karşılaştırmak doğru
olandır.
Kılıçdaroğlu’nun kurmaya çalıştığı
CHP seçmeni dışındaki seçmenden de oy alabilme süreci, yani değişim süreci 2019
öncesinde başladı. Ne eleştiriler aldı Kılıçdaroğlu. Nitekim eğer başarıysa ilk
başarı 2019 Yerel Seçimleri idi. 2019 Yerel Seçimlerinde ülke genelinde kim ne
oy almış bakalım. Ak Parti %44,3 , CHP %30,1 , İyi Parti %7,4 , MHP %7,3 , HDP
%4,2 oy almış. Yazalım bunu bir kenara. CHP ilk defa %25’leri aştı falan
deniyor ya olur mu öyle şey? 2019’da zaten %30’u bulmuştu.
Neyse gelelim 2024’e. Ak Parti’nin
oy oranı %35,4. Ak Parti oylarının %6,7’sini Yeniden Refah Partisine kaçırmış
gibi görünüyor. YRP ile anlaşsalardı ne olurdu? %35,4+%6,7=%42,1 neredeyse 2019
ile aynı. CHP oylarına bakacak olursak. 2019’da CHP %30,1 almış. İyi Parti ise
%7,3 almış. 2024 yerel seçimlerinde belli ki iktidardan memnun olmayan muhalif
seçmen, İyi Parti’nin 2023 Genel Seçimlerinde yaptıklarından ve 2024 Yerel
Seçimlerindeki muhalefeti bölen duruşundan da hiç memnun kalmamış ki oyu
bölmemiş ve CHP’ye oy vermiş. Hesap ortada. %30,1+%7,4=%37,5 yapıyor. Artı eksi
başka detaylar var malum. Lakin yalnızca bu rakamlar bile genel resme ışık
tutuyor.
2024 Yerel Seçim sonuçları CHP
açısından ne kadar zafer olarak değerlendirilebilir yada zaferin seviyesi nedir
bunlar tartışılır. Kesin olan bir şey var ki o da CHP’nin eşsiz bir fırsat
yakaladığı. Bundan sonra yapacakları ise aldıkları tüm belediyelerde hangi
fikirden olduğuna bakmaksızın tüm seçmene beklenenin çok üstünde hizmet etmek
ve tabi ki yaptıklarını seçmene layığıyla anlatmak. İşte o zaman verilmiş
emanet oylar kalıcı hale gelir ve yaşananlar gerçek bir zafere dönüşür.