Hiç alın teriyle, emekle kazanılanla babadan kalanın hali bir olur mu? Hele yoklukla okumuş, senelerce dirsek çürütmüş sonra iş hayatına atılmış. Başlarda kıt kanaat geçinmiş. Ne yapmış etmiş bir ev almış kendine, ya da araba. Nasıl bilir o evin kıymetini değil mi? Üstüne titrer.
15 Temmuz 2024 Pazartesi
DEMOKRASİYİ HAK EDİYOR MUSUN? KESİNLİKLE HAYIR!
1 Haziran 2024 Cumartesi
TERÖR SEVİCİLER
İlk günden beri Gaza’da yaşananlara kimlik ya da inanç zemininde yaklaşılmaması gerektiğini düşünüyor, söylüyorum. Liderlerin, sanatçıların, sporcuların, kanaat önderlerinin, yaşananlara tepki koyan herkesin buna dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum. Sivilleri, masumları, çocukları öldürenin kimliği olmaz. Onun adı teröristtir. Manyak de, psikopat de, ne dersen de. Sakın Amerikalı deme. Sakın Fransız deme. Arap deme, Türk, Kürt, Müslüman, Hristiyan, Yahudi deme. Katil de. Bu cani bir kişi olabilir, bir örgüt olabilir. Hatta bu bir devlet olabilir. Bu bir devlet anlayışı ise o devlet teröristtir. Devlet deyince bir şeye dikkat edilmelidir. Bu bir devletin kurumsal hedefi, süregelmiş anlayışının tecellisi değil de haltı yiyen hükümet ve o hükümetin başı ise o zaman terörist hükümettir, o hükümetin başıdır.
Yahu
şu yaşananlara bak. İnsanlar televizyonda neler İZLEYEBİLİYORLAR? Çocuklar
parçalanıyor, her yer kan revan. Bir değil, iki değil, üç değil. On binlerce
bebek çocuk, masum. Hunharca bak dikkat et hunharca. Ve bir değil, iki değil,
üç değil, onlarca o…… ç……. televizyonlara çıkıp gülebiliyorlar,
gülümseyebiliyorlar.
Şimdi
soruyorum. Zerre kadar duyarlı isen huzur bulman mümkün mü?
İster
o çocuklara yan.
İster
kendi çocukların ile ilgili kaygılan.
İster
bu söylediklerime itibar et, ister etme. Bu yaşananlar sana bana diyor ki;
sakın rahat uyuma! Bir gün, bir psikopat, bir manyak, bir o…… ç……. çıkar
kendini haklı göstereceğini zannettiği sözde gerekçelerle masumları, içinde
senin çocuklarının da bulunduğu masum çocukları, bebekleri katleder. Sen de
kaderine yanarsın.
Aaaa
meğerse insanlık diye bir şey yokmuş.
Uygarlık,
medeniyet falan bunlar illüzyonmuş,
İnsan
hakları, hayvanları koruma kanunu, doğayı koruma kanunu falan, bunlar sadece
bir tiyatrodan ibaretmiş.
İyi
ahlak yokmuş. Bırak iyiyi, iyi, kötü fark etmez ahlak zaten kökten yokmuş. O da
bir yanılsamaymış.
İyi
Müslüman olmak mı? Dalga mı geçiyorsun?
İyi
Hristiyan, İyi Yahudi, İyi Budist, fark etmez iyi insan olmak mı? Hepsi
düzmeceymiş.
Bundan
böyle kimse evinde rahat uyumasın.
Uygarlık,
insanlık denilen, insanın inandırıldığı sanal bir dünya imiş.
Gerçek
dünyada birisi, bir gün bombayı patlatıverir. Yüzlerce binlerce insan ölür.
Bunlardan birisi de senin bebeğin, sevgilin olabilir. Hiç öyle ben Amerika’da,
Fransa’da, Belçika’da, ben İngiltere’deyim, İsveç’teyim diye düşünme. Bana uzak
diye düşünme. Sen terörü desteklemeye devam et o….. ç……. Terörün eli her yere
uzanır. Terör göstere göstere gelmez. Acı sürprizleri sever. Elbet haklı
olduğumu göreceksin. Bir gün bir yerlerde sizden masum çocuklar öldüğünde sakın
ağlamayın. Onları siz kurban ettiniz. Birileri haksız yere binlerce çocuğu
öldürdüğünde katı bir şekilde karşısında durup, bunu yapamazsın demediniz.
Aksine cesaret verdiniz, cesaretlendirdiniz.
Aynı
desteği diğer teröristlere de yaptınız. Onları kendi ülkelerinizde sakladınız.
Korudunuz. Örgütlenmelerine destek verdiniz. Bunu özgürlük savaşçıları, insan
hakları türünden kulağa hoş gelen laflarla yapıyorsunuz. Hala yapıyorsunuz. Televizyonlara
çıkıp marka kravatlarınız, ceketleriniz, parfümlerinizle kınasak mı? kınamasak
mı tartışması yapıyorsunuz ya.
Oysa
teröristin tanımı net. Çoluk, çocuk, yaşlı, hasta, bakıma muhtaç demeden, bu
sivil, bu silahsız, bu masum demeden öldürüyorsa, hele hele topluca öldürüyorsa
o en büyük devlette olsa, örgütte olsa, kişi de olsa o teröristtir. Onun durması,
düşünmesi, değerlendirmesi, kınaması olmaz. Dur denir. Cezası verilir. Durmadıysa
gereken yapılır yine cezası verilir.
Ey
teröristler ve ey terör seviciler, Allah sizin belanızı versin.
24 Mayıs 2024 Cuma
SANKİ İÇİME DOĞMUŞ GİBİ
“Sanki içime doğmuş gibi”
derken öyle bir meziyetim elbette yok ama yaşanan gelişmeler beni rahatsız
etmişti. Sanki alınacak bir kararın PR’ı yapılıyor gibiydi. Durup dururken,
birden bire hayvan saldırısı haberlerini sayısı artınca düşüncelerimi şöyle paylaşmıştım.
“Türkiye’ye gelen turistler tarafından medya ve sosyal medyada Türkiye’de
sokak kedi ve köpeklerine sevgi, şefkat dolu davranıldığı, kedi ve köpeklerin
insanlarla cennette yaşıyor gibi yaşadıklarını anlatan haberler yapılıyor,
videolar paylaşılıyor. Kendini medeni, gelişmiş ülkeler olarak görüp, doğu,
orta doğuyu az gelişmiş (gelişmekte olan) gören batı
dünyasının vatandaşları Türkiye’den övgü dolu bahsediyorlar.
Diğer taraftan sanki bir düğmeye
basılmış gibi sokak köpeklerine karşı bir furya başladı. TV’lerde köpek
saldırıları ile ilgili haberler de haberler. Kardeşim dün yok denecek kadar az
iken birdenbire saldırı sayıları mı arttı? Sanki sistematik bir propaganda.
Köpekler şöyle saldırdı, böyle saldırdı. Sonrasında sokak köpekleri itlaf
edilsin türünden 21.yüzyılda ağza bile alınamayacak türden açıklamalar vs.
Nihayetinde sokak köpekleri ile ilgili çalışmalar meclis tatile girmeden
yapılacak dendi. Elbette insanlara bir zarar gelmesin. Geliyorsa bir çözümü
olsun ama aman saçmalamayalım.
Galiba İstanbul Üniversitesi
idi, emin değilim, veterinerlik fakültesinde bir hocamız ‘öğrencilerimle şu
kadar sürede şu kadar canı kısırlaştırabiliriz, gittikçe düzene girer’ demişti.
Sadece belediyeler değil, mümkün olabilecek fakülteler, ilgili kurumlar, sivil
toplum örgütleri sürece dahil edilse, dünyanın imreneceği içerik, standart ve
koşullarda barınaklar olsa vs.
Aslında diyorum ki ; “Allah
rızası için” öyle bir şey yapın ki biz başka ülkelere örnek olalım. Biz
onlardan değil onlar bizden kopya çeksin. İmrensinler bize. Ne var? Olamaz mı?
Türkiye’ye baksınlar, tıpkı başta yazdığım gibi Türkiye cennet desinler. Güzel
bir şey yaptığında merak etmeyin övgülere mazhar olursunuz. Herkes sizinle
ilgili iyi konuşur, örnek gösterir. Kötü iş çıkarır, göz boyamaya kalkarsan o
zaman da rezilliğiniz konuşulur. Lütfen ama lütfen saçmalamayalım.”
Dedim ya “içime doğmuş gibi”,
“şaka gibi” ama ciddi! Dikkat ciddi! İçine “itlaf” , “uyutma” gibi kulağı
tırmalamayan kelimelerin konulduğu, bu kelimelerle ise aslında “can alma”,
“öldürme”, “cinayet”in kastedildiği bir yasa çıkarılmaya çalışılıyor. Oysa
“uyutmak” öldürmek değildir. Dünde paylaşmıştım. “Uyutmak” artık yaşatma imkanı
kalmamış ya da yaşasa bile büyük zorluklar yaşayacak, yaşamını idame ettiremeyeceği neredeyse kesin
olan canların daha fazla acı çekmemeleri için uygulanan işleme verilen ad, bu
anlamda kullanılan bir terim. Buna da ancak bir veteriner karar verebilir.
Senin konforun bozulmasın, rahatın kaçmasın diye hayvan öldürmenin adı ‘uyutma’
değildir. Dümdüz öldürmektir.
Ve nihayet Türk Veteriner Hekimleri Birliği (TVHB), sokak
hayvanlarının öldürülmesini de içeren yasa teklifi kabul edilirse, meslek
yeminlerine bağlı kalacaklarını, sokak hayvanlarını öldürmeyeceklerini duyurdu.
Tabi burada bir ilginç bir durum daha ortaya çıktı. Hayvanları Koruma Kanunu
ile ilgili fikirleri alınmamış, teklifin önümüzdeki haftalarda TBMM’ye
geleceğini basından öğrenmişler.
Sonuç; bu hadiseler gündeme
düşmeden önce paylaştığım endişelerimde hiç haksız değilmişim. Yazımı o gün
nasıl tamamlamışsam yine aynı şekilde tamamlayayım.
“Aslında diyorum ki ; Allah rızası için öyle bir şey yapın ki biz başka ülkelere örnek olalım. Biz onlardan değil onlar bizden kopya çeksin. İmrensinler bize. Ne var? Olamaz mı? Türkiye’ye baksınlar, tıpkı başta yazdığım gibi Türkiye cennet desinler. Güzel bir şey yaptığında merak etmeyin övgülere mazhar olursunuz. Herkes sizinle ilgili iyi konuşur, örnek gösterir. Kötü iş çıkarır, göz boyamaya kalkarsan o zaman da rezilliğiniz konuşulur. Lütfen ama lütfen saçmalamayalım.”
14 Nisan 2024 Pazar
ZAFER Mİ? FIRSAT MI?
Çok geçmişe değil şöyle 70’li,
80’li yıllara dahi baktığımda “iğneyi evvel kendine batır, sonra çuvaldızı
başkasına.” diyen bir millet olduğumuzu görürüz. Lakin hemen birçok konuda
olduğu gibi bu anlamda da başkalaştık sanırım. Birilerini ya tepemize çıkarıyoruz
ya yerin dibine batırıyoruz. Ortamız yok. Bir futbol insanı geliyor mesela,
önce bir tepemizde gezdiriyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceği ilgiye,
övgüye mazhar oluyor. İşler biraz kötü gitsin yandı. Başlıyoruz adamı yerden
yere vurmaya. Yahu dur adam bir şeyleri toparlamaya gelmiş. Bir takımın
gidişatını değiştirmek kolay mı? Üç beş maçta olacak iş mi? Kendince doğru
olanı, kendi sistemini oturtmak kolay iş mi? Elbette artıları, eksileri
değerlendirilecek, hataları eleştirilecek. Aksini söylemiyorum. Söylemek
istediğim adamı topun ağzına koyup, bir temiz dövüyor, yerin dibine sokuyor,
günah keçisi ilan ediyor olmamız. Bitiriyor, öldürüyoruz adamı. Var olduğuna
olacağına pişman ediyoruz.
Hemen her konuda, tabi siyasette de
böyle. Birey olma bilincine haiz, aklı başında birisi bakar kendine göre
artılardan eksileri çıkarır bu kez seni deneyeyim der. Olmadı bir sonraki
seçimde diğerini dener, olmadı alternatif arar. Ha haksızlık olmasın; bizim
sistemimiz, siyasi partiler kanunu vb. sebepler bu yaklaşıma kısmen ket
vurmaktadır; kabul ediyorum. Bir genel başkan yapamadığında onu koltuğundan
kaldırmak neredeyse imkansızdır mesela. Fakat ne olursa olsun bu birisini günah
keçisi, diğerini pelerinli kahraman yapmamıza sebep değildir. İşte bakın CHP
genel başkanını değiştirebildi. Zar zor demek olabiliyormuş.
Uzatmayayım zaten Kılıçdaroğlu
konusuna gelecektim. Ben ezber bozmaya ve ortada haksızlık var ise o haksızlığı
dile getirmeye devam edeceğim. Bir de zafer sarhoşluğuyla gaflete düşme
deneyimi yaşamasınlar. Ben uyarılarımı yapacağım. Ha zaten kaç kişi okuyor
diyeceksin. Önemli değil “günlük misali” ben kendi tarihime not düşüyorum. Yine
kahramanlar yaratmaya başladık. Bu kadar basit düşünüyor olamayız, bunu kabul
etmiyorum ve inanamıyorum. Siyasetle alakası olmayan bir vatandaş böyle
düşünebilir. Yadırgamam. Ancak TV’lerde, gazetelerde böyle konuşuluyor olmasına
inanamıyorum.
Ne oldu yani? Günah keçisi gitti,
pelerinli kahraman geldi ve bir anda her şey değişti öyle mi? Aman diyeyim
başarı var-yok falan katiyen demiyorum. Yoksa ben de yalnızca siyah ya da beyaz
görme zafiyetine düşmüş olurum. Ne olursa olsun ortada bir matematik var.
Yalnızca bölgelerin nabzını tutarak doğru adayları belirlemek bile
küçümsenemeyecek bir başarı. Tarihte hiç CHP’de olmamış belediyeleri almış
olmak daha başka bir başarı. İzmir’in kalesi dediğin İzmir’de %48 oy alırken
İstanbul’da %51, Ankara’da %60 oy almak da elbette başarı.
Lakin Kılıçdaroğlu gitti, değişim
başarıyı getirdi. Özel geldi, İmamoğlu, ya da Yavaş geldi başarı geldi diyecek
kadar sığ düşünürsek ne kadar sağlıklı değerlendirmiş oluruz? Kimse kusura
bakmasın. Hataların en büyüğü bu. Değişim zaten başlamıştı. Hem de 2019’da
başlamıştı. Sağ seçmenin, hatta muhafazakâr seçmenin CHP’ye oy vermesi, ülkücü
insanların yeri geldiğinde Kılıçdaroğlu’nu, CHP’yi savunması, CHP’li seçmenin
ülkücü tandanslı bir adaya oy vermeye başlaması yeni değil. Bir anlamda Millet
ittifakında bir uzlaşı zemini, bir toplumsal barış, hoşgörü platformu oluşmaya
başlamıştı. Bunu başaransa Kılıçdaroğlu idi. Hatalar da yaptı tabi. Çok
eleştirildi. Cesur davrandı, karar aldı uyguladı. Bir çoğunda haklı çıktı.
Demem o ki ortada bir zafer var ise aslında temelleri çok önceden ve
Kılıçdaroğlu ile atılmıştı. Nitekim 2019 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara’yı
aldılar.
Takımı, ortamı hazırlayan teknik
direktör kötüydü gitti. Hazırladığı takım, ortam işin başına başkası gelince
hemen ilk derbi maçını aldı. Bir başarı varsa; o başarı yeni gelenlerin öyle
mi? Yahu hakikaten işi futbola çevirmenin, haber programlarında, güya tartışma
programlarında belli bir kesim tarafından futboldan sonra belki de en çok ilgi
gören siyaset meselesine popülist yaklaşırsanız vay halinize. Kılıçdaroğlu’nun
başına gelen emin olun yarın başkasının başına gelir. Ve ülkeye ne kadar büyük
bir kötülük yaptığınızın farkına bile varmazsınız. Tabi amacınız bu değilse.
Şimdi biraz derinlemesine
düşünelim. Muhalefet cenahında sürekli zikredilen isimlere bir bakalım
hangisinde Kılıçdaroğlu’nun desteği yok. Ve hangisi Kılıçdaroğlu’nun arkasında
taş gibi durdu? Sen hep bana destek ver ama ben ilk fırsatta senin arkana dolanayım.
Var mı böyle bir şey? Siyasette, takım oyununda, bir ekipte böyle bir şey kabul
edilebilir mi?
Hadi tek tek bakalım.
Özgür Özel; hemen hemen
Kılıçdaroğlu’nun en yakınındaki, güvendiği, partinin göz önündeki en önemli
isimlerinden biriydi. Yönetim olarak yanlış bulduğu şeyler vardı ise neden
Genel Başkanına engel olmadı? Daha doğru yapılabilecek şeyler vardı ise neden yapılmasına
vesile olmadı? Genel başkan olmak için fırsat mı bekledi? Öyledir demiyorum.
Yanlış anlaşılmasın neyin değişimi yaşandı da nasıl bir büyük zafer elde
edildi? Bana kızabilirsiniz de anlarım ama dedim ya haksızlıklar beni rahatsız
ediyor.
Ekrem İmamoğlu; Kılıçdaroğlu
olmasaydı bugün İmamoğlu diye birini tanıyor muyduk? Bir ilçenin belediye
başkanı olmaktan öte bir pozisyonu var mıydı? Bir siyasi partide herhangi bir
sıradan partilinin rutin yollarla partinin ilk birkaç adamı arasına girmesi
yüzde kaç ihtimaldir? Partilerde görev yapanlar, aktif siyaset yapanlar bu
soruya cevap versinler. Bir ilçe belediye başkanının bir dönem sonra İstanbul
belediye başkan adayı, belediye başkanı ve akabinde cumhurbaşkanı adayı olma
ihtimali nedir? İmamoğlu kendisine “evladım” yada “baba oğul gibiyiz” diyen bir
adama yaptığını nasıl telafi edebilir mi? Hakkını ödeyebilir mi? Hayır!
Mansur Yavaş; evet Mansur Yavaş
üzerinde de hakkı vardı Kılıçdaroğlu’nun. Onu da Ankara’ya aday göstererek hem
Ankara’yı aldı hem de siyaset sahnesine önemli bir aktör kazandırdı. Doğrusu
bu. Diğer taraftan Mansur Yavaş da gayet omurgalı durdu. Yapılan onca baskıya
rağmen vefalı davrandı. Fırsatçılık yapmadı. Aklı başında bir siyasetçi, bir
devlet adamı olduğunu herkese İspatladı.
Meral Akşener; kendisinden çok şey
beklenen idi. Maalesef bir o kadar ağır sükût-u hayal oldu. Hatırlayın partisi
daha rüştünü ispatlayamadan oyun dışı bırakılacaktı. Kimse inkâr edemez ki
gerek kendisinin, gerek partisinin siyasette tutunmasında, CHP ile birlikte bir
umut haline gelmesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok ciddi katkısı vardı. Nitekim
Kılıçdaroğlu’na övgüler yağdırdı. Hatta Kılıçdaroğlu’nu ailesine emanet edecek
kadar ileri götürdü. Bakın Kılıçdaroğlu’nun yaptığı işin büyüklüğünü siyaset
sahnesinde, 85 milyonun gözünün önünde edilmiş şu lafın büyüklüğünden
anlayabilirsiniz. Lafı söyleyene değil, söyletene bakın. Hiç kolay değil bu
kararları almak. Taşın altına elini değil, kolunu koymak. Gelecek olumsuz
tepkileri göğüslemek. Sonra ne mi oldu? Sayın Akşener 180 derecelik bir dönüş
ile Kılıçdaroğlu’na cephe aldı. Masalardan kalkmalar, sonra geri dönmeler, çok
ağır eleştiriler vs. Sonrasında daha öteye götürdü sadece Kılıçdaroğlu değil
cumhurbaşkanı adayı olsunlar diye çırpındığı Yavaş ve İmamoğlu’na da
söylemediğini bırakmadı. Bu 180 derecelik dönüşü, ülke tarihi için son derece
önemli olan bir seçimin kaybedilmesini seçmenlerine anlatamazsın. Suçu ona buna
atarak, ona buna laf yetiştirerek seçmeni ikna edemezsin.
Muharrem İnce; dün gibi
hatırlıyorum kendisini Cumhurbaşkanlığı makamına aday gösteren Kemal
Kılıçdaroğlu ile ilgili olarak Kılıçdaroğlu bir insanın, bir faninin
yapamayacağı bir şey yaptı. Beni, kendisine rakip olan bir kişiyi Cumhurbaşkanı
adayı olarak gösterdi. Ben vefalı bir insanım. Haksızlık yapamam. Seçimi
kaybedersem Sayın Kılıçdaroğlu ile bir daha karşı karşıya gelmem. Gel bana
danışman ol der olurum, gel bana yardımcı ol der olurum, ama bana bunu yapan
birisi ile bir daha benzer bir yarışa girmem, bir daha asla Kılıçdaroğlu’na
rakip olmam dediğini dün gibi hatırlıyorum. Tıpkı Sayın Akşener’de olduğu gibi,
bakın yineliyorum. Söyleyene değil, söyletene bakın. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı
işin büyüklüğünü bu methiyelerden anlayın. Siyaset sahnesinde bunlar hakikaten
kolay işler değil.
2019 Yerel Seçimlerinde İstanbul ve
Ankara’nın millet ittifakı tarafından alınması ve muhalefetin memnun olmayan
insanlar üzerinde umut olmaya başladığı bir konjonktürde, özellikle 2023 Genel
Seçimleri sürecinde devlet adamlığı sorumluluğu ve ciddiyetinden uzak şımarık
çocuklar gibi ortaya düşenler, kendini bir şey zannedenler seçim kampanyasını
berbat ettiler. Sebebi bilinmez ama bir yanda masanın bazı bileşenleri, bazı
eski yol arkadaşları ve tabi ki basın masayı bir şekilde bir arada tutmaya
çalışan Kılıçdaroğlu’na cephe almıştı. Halk istemiyor da istemiyor. İstemeyen
halk mıydı gerçekten yoksa başka bir şey mi vardı? Evet farklı adaylarla bir
iki puan daha fazla alma ihtimali olabilirdi belki ama halihazırdaki yapıyla da
çok rahat kazanıyorlardı. Bu yapılanlar bir iki puandan çok daha fazla zarar
veriyordu ittifaka. Resmen paçalarından tutmuş aşağı çekiyorlardı
Kılıçdaroğlu’nu. Önceki seçimlerde kendisi neden aday olmuyor diye eleştirenler
şimdi de neden aday oluyor diye feryat figan ediyorlardı.
Hep söyledim, yine ısrarla
söylüyorum. Seçimi Kılıçdaroğlu kaybetmedi. Kaybettirdiler. Tarihe not
düşüyoruz ya bu zaman içinde anlaşılacak. Kim bilir nelr neler çıkacak. Üzerine
bu denli negatif propaganda yapılan, birlikte yola çıktığı insanların, hatta
kendi mahallesinden insanların vurduğu, Brütüs’lerle dolu, büyük ortağının son
dakikada saçma sapan nedenler ortaya sürerek yarı yolda bıraktığı bir ortamda
neredeyse tek başına yine çok iyi oy aldı. Yahu bırak küçük küçük hadiseleri,
hadi onları yok sayalım. İlk turda Erdoğan %49,82, Kılıçdaroğlu %44,88 aldı.
Aradaki fark %4,9’du. İkinci turda Erdoğan %52,18, Kılıçdaroğlu %47,82 aldı.
Aradaki fark %4,3. İyi Partiden gelmesi gereken en az %7’lik oy ve Memleket
Partisi sebebiyle kaybedilmiş %2-3’lük oy gelseydi seçimi Kılıçdaroğlu
rahatlıkla kazanıyordu. Ortada riskli bir resim olmasa Erdoğan gibi sahayı iyi
okuyabilen bir siyasetçi Hüdapar, YRP, DSP vb.leri ile ittifak yapar mıydı?
Şimdi gelelim zafere. Öncelikle
sandığa giden seçmen dahil, tüm emeği geçenlere teşekkür etmek lazım. Demokrasi
güzel, halkın demokrasiye itibarı ise bambaşka güzel. ‘Gel de Atatürk’e minnet
duyma.’ Neyse genel seçimlerle yerel seçimleri mukayese etmek son derece
yanlıştır. Çok yanıltır. Yerel seçimlerle yerel seçimleri karşılaştırmak doğru
olandır.
Kılıçdaroğlu’nun kurmaya çalıştığı
CHP seçmeni dışındaki seçmenden de oy alabilme süreci, yani değişim süreci 2019
öncesinde başladı. Ne eleştiriler aldı Kılıçdaroğlu. Nitekim eğer başarıysa ilk
başarı 2019 Yerel Seçimleri idi. 2019 Yerel Seçimlerinde ülke genelinde kim ne
oy almış bakalım. Ak Parti %44,3 , CHP %30,1 , İyi Parti %7,4 , MHP %7,3 , HDP
%4,2 oy almış. Yazalım bunu bir kenara. CHP ilk defa %25’leri aştı falan
deniyor ya olur mu öyle şey? 2019’da zaten %30’u bulmuştu.
Neyse gelelim 2024’e. Ak Parti’nin
oy oranı %35,4. Ak Parti oylarının %6,7’sini Yeniden Refah Partisine kaçırmış
gibi görünüyor. YRP ile anlaşsalardı ne olurdu? %35,4+%6,7=%42,1 neredeyse 2019
ile aynı. CHP oylarına bakacak olursak. 2019’da CHP %30,1 almış. İyi Parti ise
%7,3 almış. 2024 yerel seçimlerinde belli ki iktidardan memnun olmayan muhalif
seçmen, İyi Parti’nin 2023 Genel Seçimlerinde yaptıklarından ve 2024 Yerel
Seçimlerindeki muhalefeti bölen duruşundan da hiç memnun kalmamış ki oyu
bölmemiş ve CHP’ye oy vermiş. Hesap ortada. %30,1+%7,4=%37,5 yapıyor. Artı eksi
başka detaylar var malum. Lakin yalnızca bu rakamlar bile genel resme ışık
tutuyor.
2024 Yerel Seçim sonuçları CHP açısından ne kadar zafer olarak değerlendirilebilir yada zaferin seviyesi nedir bunlar tartışılır. Kesin olan bir şey var ki o da CHP’nin eşsiz bir fırsat yakaladığı. Bundan sonra yapacakları ise aldıkları tüm belediyelerde hangi fikirden olduğuna bakmaksızın tüm seçmene beklenenin çok üstünde hizmet etmek ve tabi ki yaptıklarını seçmene layığıyla anlatmak. İşte o zaman verilmiş emanet oylar kalıcı hale gelir ve yaşananlar gerçek bir zafere dönüşür.
1 Mart 2024 Cuma
BİR AVUÇ MU?
Şevki Yılmaz geçenlerde Osmanoğlu Ailesinin bir düğününde “Osmanlı’yı süren soysuzları lanetliyorum.” diyerek, bildik cumhuriyet ve Atatürk düşmanı tavrını sürdürdü. Ne acıdır ki bu adam on yıllardır bu memlekette, ‘dikkat cumhuriyetin her türlü nimetinden istifade ederek’ başta Atatürk olmak üzere cumhuriyeti kuranlara hakaretler ediyor. Cumhuriyetin bir tane kurumu da çıkıp adama, dur bakalım, bunun şöyle bir karşılığı var demiyor. Cumhuriyetin savcıları, yani ‘cumhuriyet savcıları’ da bunun hesabını kendisine sormuyorlar.
Meselenin
ertesinde çıktı Özgür Özel "Bu ülkede Şevki Yılmaz’lar bir avuçtur, biz
bütün Türkiye’yiz" dedi. Nasıl büyük bir yanılgı. Bu gruptaki bir
motivasyon cümlesi ise; o dahi olamaz. Ana muhalefet liderinin Atatürk ve
Cumhuriyet karşıtı kitlenin sayısındaki artışı görmüyor olması ancak hayal
kırıklığı olabilir. Yok görüp de görmezden geliyor, küçümsüyorsa o da ancak
talihsizlik olabilir. Maalesef böyle slogan cümlelerle olmuyor. Altını
doldurmak gerekiyor ki hiç kolay bir iş değil.
Bugün hemen her
gün bir yenisini duyduğumuz, artık milyonlar haline gelmiş cemaatleri,
tarikatları görmüyor olabilir misiniz? Siyaset üzerindeki etkilerini görmüyor
olabilir misiniz? Henüz üzerinden çok da zaman geçmemiş olan demokrasiye
müdahaleyi unutmuş olabilir misiniz? Haberliymiş, habersizmiş ya da politikalarını
beğenirsiniz beğenmezsiniz, ne olursa olsun, seçilmiş bir yönetimi devirmeye kalktılar.
Hangi bir avuçtan bahsediliyor acaba?
Yıllardır
Atatürk'ün kurduğu demokratik, laik, hukuk devletinin kanatları altında,
dünyaya aynı pencereden bakıyor olmanın, benimsediğin anlayışla yönetiliyor
olmanın güveni, rahatı ve keyfiyle Atatürk ve cumhuriyet karşıtı gelişmelere
karşı parmağını kıpırdatmadın. Kim bu parmağını kıpırdatmayan mı dediniz?
Yalnızca biri, birileri, ya da bir parti değil herkes, hepimiz. Milliyetçi, devrimci,
liberal, muhafazakâr, dindar, ateist, modern Türkiye Cumhuriyeti’ni, Atatürk’ü,
demokrasiyi, laikliği benimseyen herkes. Herkes yan geldi yattı. Öyle olmasa bu
kadar ayyuka çıkar mı? Bu provokatörler hiç çekinmeden, uluorta ileri geri
konuşuyor. Hakaret ediyor. Gözaltına alınıyor. Gözaltına alındığı haber oluyor.
Sonra ne oluyor? Bilmiyorum! Arkasını soran yok. Hani nerede siyasi partiler?
Hani sivil toplum kuruluşları? Hani basın? Hani Atatürk’ü benimseyenler nerede?
Yok. Yoklar. Varsa da cılız, zayıf, eksik. Allah aşkına “Türk’üm” demekten utananlar
gibi “Kemalistim” yada “Atatürkçüyüm” demekten imtina eder oldunuz.
Kimse kusura
bakmasın da sen hazırdaki ile yetinirken birileri etrafına öyle bir avuçla
mukayese dahi edilmeyecek sayıda insanları toplayıp, onlara “Osmanlıyı yıktılar”,
“halifeliği kaldırdılar”, “bir gecede cahil bırakıldık”, “dine düşmanlık ettiler”,
“camileri kapattılar” türünden yalan yanlış propagandalar yaptılar. İşin içine mübarek
dinimizi kattılar, bir şekilde çevrelerindeki insanları ikna ettiler.
Atatürk’ü, cumhuriyet algısını yıprattılar da yıprattılar. Ve daha da önemlisi her
geçen gün sayılarını artırdılar. Hep söylüyorum, sen de bal gibi biliyorsun, görüyorsun
ve seyrediyorsun. Atatürk’e, demokratik, laik, hukuk devletine, cumhuriyete
muhalefet öyle birkaç yıl önceden değil, cumhuriyet kurulduğundan beri
süregelen, dozu sürekli artan bir gerçek. Elbette kimileri maşaydı, kimileri
gerçekten buna inanıyordu ya da kendi postu, kendi menfaati, kendi etki alanı,
kendi gücü için yapıyordu. Ne amaç için olursa olsun bunu yaparken artık öyle
bir avuçla izah edilemeyecek bir noktaya geldiler. Şöyle bir etrafına bak. Şöyle
zülfü yâre dokunan bir şey olduğunda, “mesela bir televizyon dizisi”, gör bak
nasıl tepkiler veriyorlar. Ya sen? Hukuk dairesinde neyi ne kadar sorguluyor, tepki
veriyor, takip ediyorsun? Ki mesele sadece sorgulamak, tepki vermek, takipçisi
olmak da değil. Bak insanlar yurt yapıyor, okul yapıyor, dernekler, vakıflar
kuruyorlar. Bazıları Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının değiştirilemez
maddelerine muhalefet ettiği halde ne oluyor, nasıl oluyorsa kendileri gibi
düşünenlerin sayısını artırmak için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Siyaset kurumu
ise bu kitlelerin oyunu alabilmek için sesini çıkarmıyor.
Nerede modern
Türkiye Cumhuriyetinin savunucuları? Nerede demokratik, laik hukuk devletinin,
nerede Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncelerinin taraftarları. Nerede dernekleri,
vakıfları, okulları, yurtları? Nerede o cumhuriyetin ilk yıllarının idealist halk
evleri? Şimdikiler ne yapar bilmiyorum. Nerede canım köy enstitüleri? O canım
köy enstitüleri.
Sayın Özgür Özel, cumhuriyet düşmanları bunu yaptığında açılan davalardan başlarını kaldıramaz hale gelmeliler. O kadar ki varlıklarını sürdüremeliler. Öyle bir kurum iki kurum değil tüm örgütler dava açmalı haklarında. Kurtulamalılar. Tabi eğer anayasaya aykırı hareket ettiler ve ediyorlarsa. Ve tabi ki sizin gibi toplumun önündeki insanlarda Atatürk gibi düşünen, halkçı, devletçi, devrimci, milliyetçi, cumhuriyetçi, laik, vatanı, milletini, bayrağını seven, çalışkan nesiller yetiştiren politikalar geliştirmeli, hayata geçirmelisiniz. Bunun için iktidar olmak da şart değil. Gerçek değişim böyle olur. Değişim, grup toplantısında konuşmayı yapanın değişmesi demek değildir.
27 Ocak 2024 Cumartesi
BU ADAMI TAHMİN EDİYORUM MU? YOKSA BÖYLE ÇOK VAR MI?
Adam zır cahil. Neredeyse 60 yaşına gelmiş. Israrla iddia ediyorum ömrü boyunca ders kitapları dışında 10 tane kitap okumamıştır. Ders kitaplarını okuduğu konusunda dahi şüphem var. 4-5 tanesini sor, mümkün değil sayamaz. Ya da mesela bir paragraf, bir metin oku, imla hatası yapmadan yazamaz. Yahu bende iddia ediyorum yazamaz. Geçtim “dahi” anlamındaki “de” ile “-de” ekini ayırt edebilmeyi, hangi noktalamadan sonra büyük harfle başlaması gerektiğini bilmeyen bir adam.
Peki, eleştirimin dozu biraz fazla
mı? Kesinlikle değil. Az bile. Bir insan elbette cahil olabilir. Hatta hiç
okuma yazma bilmeyebilir. Ne haddime? Bana ne oluyor? Üstüme vazife mi? Yok ama
bu durum öyle değil. Cahil ya da değil insan gibi insan olanın başımın üstünde
yeri var. Öyle dostlarım, iş yaptığım insanlar yok mu? Elbette var. Ancak bu
durum başka. Adamın ulusal bir kanalda programı var. Allah’ın her günü o
kanalda yorumlar yapıyor. Her konuda fikri var. Magazin ise magazin, spor ise
spor, ekonomi ise ekonomi, siyaset ise siyaset. Bir adam kamunun önüne çıkıp,
hem de ulusal bir kanalda ahkam kesiyorsa, ahlak, gelenek, görenek, hukuk,
seçimler, seçmen davranışları ve benzer her konuda yorum yapıyorsa ve bu yorumu
yaparken bir siyaset bilimci, bir akademisyen edasıyla yapıyorsa koşullar
değişmiş olmuyor mu? Dost sohbetlerinde ne yaparsan yap ne dersen de kimseyi
ilgilendirmez. Ancak televizyonlar seni bunları konuş diye ekranlara
çıkarıyorsa, sende bunu televizyonlarda yapıyorsan benim de hakaret etmemek
kaydı şartıyla gerekirse en ağırından eleştirme hakkım var.
Daha korkunç olanı ne biliyor
musunuz? Bir kişi çıkmış ortaya, yağmış, gürlemiş, saçmalamış. İnan bu sorun
değil. Korkunç olan bir karşılığının olması. Dön kendine, kendi hayatına bak
demeden söylediklerine itibar eden hatırı sayılır bir kitlenin olması. Bir ara
18 – 19. yüzyıl Bizans, Yunan baş giysisini sanki Osmanlı başlığıymış gibi
kafasına geçirip, Atatürk düşmanlığı, cumhuriyet düşmanlığı yapan ve kitleleri
arkasına takan akıldan sıkıntılı bir abi vardı. Bu hal ondan da beter. Onda;
kötüye de kullansa, doğru ya da yanlış en azından bilgi vardı. Bunda bilgi
sıfır. Rakamla “0”
Neyse ekmeğini yiyip, suyunu
içtiğim canım Gaziantep’imin, Gazianteplilerin bir sözüyle bitireyim. TV
yorumcumuz böyle ise geldiğimiz noktayı, ahvalimizi “Sen sana hesap et.”
DEMOKRASİYİ HAK EDİYOR MUSUN? KESİNLİKLE HAYIR!
Hiç alın teriyle, emekle kazanılanla babadan kalanın hali bir olur mu? Hele yoklukla okumuş, senelerce dirsek çürütmüş sonra iş hayatına atı...
-
Adam zır cahil. Neredeyse 60 yaşına gelmiş. Israrla iddia ediyorum ömrü boyunca ders kitapları dışında 10 tane kitap okumamıştır. Ders kitap...
-
Daha önce iletişim de kullanılan kavramların, kelimelerin önemi ile ilgili bir şeyler yazmıştım. Yerli yerinde kullanılması, tam olarak ne a...
-
1299 yılıydı. Küçük bir beylik olarak tarihimizin en uzun ömürlü devleti kuruldu. Bu küçük beylik 16. yüzyıla kadar her geçen gün serpildi,...