ugurkarayurt
1 Ekim 2025 Çarşamba
İFLAH OLMAZSIN !
23 Eylül 2025 Salı
ADALET
Kimi zaman dost meclisinde, kimi zaman yazdıklarımda değindiğim ve yüksek anlam yüklediğim bir kavram var. “Denge”. Yaşamın onun üzerine kurulduğuna, ancak onunla sürdüğüne, sürebileceğine inanırım. Hemen her mecrada, hatta kainatta, yaşamda dengenin bozulması halinde bildik halin yok olacağı, başka bir dengeye evrileceği ama illa ki bir dengenin olacağını düşünürüm.
İlahi
buluğum bu kavramın, yani dengenin vicdanlı hali ise adalettir. Elbette vicdanın
olmadığı bir denge hali de ortaya çıkmış olabilir ki iş de o mutsuzluktur. Zulümdür.
Ahlakın, vicdanın ayarı, dengesi bozulduğunda, tabi ki adaletsizlik hüküm sürer. Adaletsizlik öyle bir haldir ki, ahlaksızlıklar, kötülükler hepsi bir evvel bir sonra fark etmeksizin sıraya dizilir. Zıvanadan çıkar. Üstelik kötülük; sınırları olan iyilik gibi değildir. Allah korusun ölçüsü, şiddeti sonsuzdur. Kötülüğün, ahlaksızlığın, vicdansızlığın, adaletsizliğin ayarı yoktur. Şiddetinin sonu yoktur. Adaletsizliğin hüküm sürdüğü yerde işin ucu nereye çıkar, kötülüğün ne tür bir boyutu oluşur tahayyül bile edemezsiniz. İnsanları yaktılar değil mi? Diri diri yaktılar. Feryat figan, bağıra bağıra yandılar. Kadınlarına, kızlarına, ırzlarına musallat oldular. Bunlar emin olun kötülük ölçeğinde hiçbir şey. Evet, devletin, dengenin, ahlakın, adaletin olmadığı yerde bunlar hiçbir şey. Bakın ahlak dedim, denge dedim, vicdan dedim ve devlet dedim.
Sağlıklı bir devlet yapısı insanın güvencesi. Herhangi bir devlet büyüğünün, bir kamu yöneticisinin, adalet dağıtan bir hakimin en küçük bir hükümde dahi adalet terazisinin şaşmasına müsaade etmemesi devlete, kendisini oraya getiren millete, sana, bana olan borcudur. Adil olmak, adaletli olmak; gücü, tokmağı elinde bulunduranın yalnızca insana değil Allah’a karşı da borcudur.
Ben söylemiyorum, Allah (c.c.) emrediyor. Tabi inançlı bir insansanız. Adaletin tesisine dair yüce Allah (c.c.) Nisa suresi 135.Ayette “Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” diyor, yine Maide Suresi 8. Ayette “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” diyor. Daha ötesi var mı? Allah kelamının üstüne ne söylenebilir?
Ancak adaletsizlik gafletine düşenlere hatırlatılabilir. Nitekim tarih boyunca, başta sevgili peygamberimiz olmak üzere, bilcümle alim, düşünür, devlet adamı hukuka, adalete dikkat çekmiş, bir anlamda insanlığı uyarmışlardır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ''Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten hayırlıdır.'' demiş, yine Hz. Ömer (r.a.) “Adalet mülkün (devletin) temelidir.” demiştir.
Fatih Sultan Mehmet aklı, ahlakı, adaleti öldürdüğün gün devletin de öleceğini söyler. Bakar mısın ne kadar tehlikeli ! Çok çok tehlikeli. Sakın sakın hafife almayın. Asla oyun oynanacak, manipüle edilecek, enstrüman olarak kullanılacak bir alan değildir adalet. Kamuoyu vicdanındaki en ama en küçük adaletsizlik milyonların devlete güvenini yerle yeksan eder. Elbette önce inancımızdan örnekler verdim, daha nice alim, düşünür, devlet adamı hararetle adalete dikkat çekmiş. Birkaç tanesini sıralayalım mı? Hem hatırlamış oluruz.
“Adaletin
olmadığı yerde ahlak da yoktur.” Montaigne
“Devletin
hazinesi adalettir.” Konfüçyus
“Hukuk
her şeyin üzerinde olmalıdır.” Aristo
“İyi
olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.” Victor Hugo
“Memleketler
kılıçla alınır, lakin adaletle muhafaza edilir.” Emir Timur
“Hukukun
bittiği yerde tiranlık (siyasal gücü zorla ele geçiren ve onu kötüye kullanan
kimse) başlar.” John Locke
“Bir
insana yapılan adaletsizlik, tüm insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.” Kant
“Bir
tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.” Montesquieu
O kadar çok ki. Hangi birini yazacaksın. Peki neden acaba? Neden adalete bu kadar çok dikkat çekilmiş?
Adaletin
olmadığı yerde başa gelecekler ile ilgili kaygıları yüzünden diyebilir miyiz? Yaşananlar
ve adaletsizliği bizzat yaşayanlar, tanık olanlar, okuyup, öğrenenler, onların
biriktirdikleri, tecrübeler. Demek bugüne değin şaşmamış ki bunca şey
söylenmiş. Sadece sözler de değil, hakkında yazılmış bunca kitap ve sair
neşriyat. Çünkü adaletsizliğin olduğu yerde bir arada yaşama iradesinin,
devletin yok olacağı kaygısını gütmüş, bir anlamda ikazda bulunmuşlar.
Sonuç; adalet ve liyakat (liyakatte bir tür adalettir) sadece insanın değil bir toplumun en üstün erdemi olarak genel kabul görmüştür. Bir arada yaşayan insanların düzene, kamu düzenine, bu düzeni sağlayacak güce, devlete ihtiyacı vardır. Yönetenlerin ise kamunun selameti açısından erdemli davranmak, adaletli olmak ve liyakati üstün tutmak gibi sorumlulukları vardır. Adalet olmaz, liyakat olmaz ve bir an önce çaresine bakılmaz ise maazallah devlet soluk alamaz, ölür.
18 Haziran 2025 Çarşamba
BİLMEM? OLUR MU?
HOCAM GALİBA RÖMORK'A ÇARPACAGIZ
29 Nisan 2025 Salı
DEVLET
Hun İmparatorluğunun kurucusu Teoman, onun oğlu Mete Han, efsane hükümdar Atilla, Selçuklu Devletini kurucusu Tuğrul Bey, Anadolu’nun kapılarını Türklere açan Alparslan, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, çağ açıp, çağ kapatmış Fatih Sultan Mehmet Han hak vaki olduğunda bu dünyadan göçtüler.
Vatanı, milleti yedi düvel düşmandan kurtaran, İstanbul’un ikinci fatihi, devletimizin, Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, yakın silah arkadaşları Mareşal Fevzi Çakmak, Şark Fatihi Kazım Karabekir, Milli Şef, Cumhurbaşkanı ve Başbakan Mustafa İsmet İnönü ne yazık ki artık yoklar, yüreklerdeler.
Ecdadımız ne büyük kağanlar, padişahlar, ne kıymetli paşalar, beyler, komutanlar, ne güçlü siyasetçiler, devlet adamları gördü. Hepsi de ömür denen sayılı günlerini doldurdu, terki diyar ettiler. Hanlığın, hakanlığın, padişahlığın, krallığın hüküm sürdüğü, tahta oturanın bir ömür boyu kaldığı dönemlerde dahi neredeyse hiçbiri kurduğu, ya da başına geldiği devletle birlikte doğup, birlikte ölmedi. Post, taht, koltuk, makam kimselere kalmadı. İnsanoğlu; ölümlü olmasından sebep dünyaya dahi hükmetse netice de gün geldi makamı, koltuğu birilerine bıraktı ve gitti.
Öyle ise bu ahir ömürde milletler için asıl olan nedir? Bu büyük devlet adamlarının ortak vizyonu, misyonu nedir? En azından gerçek manada lider olmuş, halkının, milletinin kahramanı olmuş olanların perspektifi neydi? Hepsinin evet hepsinin ortak perspektifi; halklarına dünya üzerinde bağımsız, özgür, onurlu, güzel yaşayacakları bir alan açmaktı. Bağımsızlıklarını, vatan ettikleri topraklar üzerinde, kurdukları devlet ile taçlandırıp, işbu devleti güçlendirerek, on yıllar, yüz yıllar boyu kalıcı olmasını sağlamaktı. Hepsi de devleti yaşatmak için insanı, milleti yaşatmanın gerek olduğunu ve yine insanı yaşatmak içinse gerekenin devlet olduğunu, devletin yapısı olduğunu, kurum olduğunu idrak etmişlerdi. Büyük devlet adamlarının hiçbirinin işi “-mış” gibi yapmak değildi.
Öyle olduğu için binlerce yıl öncesinden, Oğuz Kağan’dan başlayarak bağımsızlık, bağımsız olma, devlet kurma ideali hep var oldu. Atalarımızın farklı zamanlarda, farklı bölgelerde artarda kurdukları devletlerle Türk Devlet Geleneği oluştu. Ya dönemlerine, çağa öncülük ettiler ya da ayak uydurdular. Değiştiler, geliştiler. Bir devlet yıkıldı ise dahi yenisini kurdular. İşin özü devlet, kurum, adalet hep var oldu. Tabi ki kimileri devleti kuran oldu, övgülere mazhar oldu, minnetle anıldı, kimileri de devlet demedi, kurum demedi, millet demedi, ben dedi, otağ dedi, saray dedi, koltuk dedi, zafiyet gösterdi, nefsine, hırslarına yenildi, yönetemedi, yıkılmasına sebep oldu. Sevilmedi, sayılmadı, kötü anıldı. Tarih dediğin böyle bir şey. Bugünden kaçabilirsin ama tarihten kaçamazsın. İllaki kulakların çınlar.
Devlet dedik, kurum dedik, devletin kurumları, adalet dedik. Fatih Sultan Mehmet diyor ki; “Aklı öldürürsen ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.” Bunu bugün Ahmet olmaz Mehmet olur fark etmez, körü körüne bir şeylerin peşine takılanlara, kuyruk olanlara, her iş başındakini devlet ile bir tutanlara, siyasetçilerle, hükümetle devleti birbirine karıştıranlara anlatmak lazım. İktidara gelmiş olanların iyi yaptıkları ya da kötü yaptıkları her şeyi direk devlete mal etmek akıl kârı değildir. İyi şeyler oluyorsa iktidarda olanı alkışlayacaksın. Kötü şeyler oluyorsa yine iktidarda olanı eleştireceksin. Muhalefet, iktidar fark etmez günahıyla sevabıyla vardır, geçicidir. Baki olan devlettir. Allah devlete, millete zeval vermesin. Bilimin, fennin, teknolojinin her türlü imkanına sahip, elindeki telefondan dünya üzerindeki her türlü bilgiye ulaşabilen sen ey insanoğlu, sen böylesi bir cehaletin, yanılgının içindeyken ataların binlerce yıl öncesinin şartlarında, at binip, ok atılan zamanlarda dahi asıl olanın devlet olduğunun idrakindeydiler. Devlet dediler, kurum dediler, adalet dediler. Dedik ya allame-i cihan olsa insan insandır, insanoğludur, gelir geçer. Kalıcı olan, sahip çıkılması gereken devlettir. Devletin kurumları, mekanizmalarıdır. Sen devletin başındakilerden ya da namzetlerinden ziyade devlete, kurumlarına sahip çıkacaksın. Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yüksek mahkemeler, mahkemeler, üst kurumlar, üniversiteler, tıp fakülteleri, hastaneler, okullar, belediyeler layık-ı veçhile çalışıyorlar mı? Çalışabiliyorlar mı? Ekonomi iyi yönetiliyor mu? Yaşam koşullarından, gelirinden memnun musun? Yarınından emin misin? Arzu ettiğin nispette hizmet alabiliyor musun? Mutlu musun? Senin mutlu olman yetmez, komşun da mutlu mu? Yetmez! Senin gibi düşünmeyen de mutlu mu? Fırsat eşitliği var mı? Evladın için eğitim öğretim sistemini başarılı buluyor musun? İyi eğitim alsın diye bedel ödeyip, özel okullardan medet umuyor musun? Ya da zaten gönderemiyor, göndermiyor musun? Devletin kurumları okulların koşulları, iyi mi? Yine devletin kurumları hastanelerin şartları iyi mi? İstediğin gibi sağlık hizmeti alabiliyor musun? Sanayide üretim, tarımda üretim layık olduğu yerde mi? Ete, ota, tavuğa, balığa, ekmeğe kolayca ulaşabiliyor musun? Hukuk sistemi adil mi? Desteklediğin yöneticilerinin yaptıklarını vicdanın da destekliyor mu? Vicdan insandır. Vicdan hukuktur. Vicdanlının vicdanı, milletin vicdanı ise adalettir. Bunları neden soruyorum? İnsan için. E insan diyorsun, hani devletti önemli olan? Elbette. Dedim ya devlettir, devletin kurumlarıdır, devletin kurumlarının aklı selimle, olması gerektiği gibi tıkır tıkır çalışmasıdır. Lakin yumurta tavuk, tavuk yumurta meselesi gibidir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Halkı, insanı mutsuz olan bir devleti yaşatmak kolay mı? Senin huzurun mutluluğun devletin var olabilmesi için çok önemli, senin özgür, müreffeh yaşayabilmen içinse devletin varlığı çok önemli.
Şimdi
tuttuğun partinin milletvekilini, adayını, başkanını, şunu, bunu bırak devletin
kurumlarına bak. Kimin başa geldiğinin önemi yok, sen senin devletine sahip
çık, devletin kurumlarına sahip çık, hakka, hukuka, adalete, demokrasiye sahip
çık. Diğerlerinin senden farkı yok. Bugün varlar yarın yoklar.
11 Nisan 2025 Cuma
KOLTUK EHLİ
Sanat dünyasının dosdoğru, dimdik sanatçılarından Volkan Konak vefat etti. Hoşlanırsın hoşlanmazsın o senin tercihin lakin takiyesi, zigzagları, dalkavukluğu olmayan erdemli bir insan evladıydı. Vatan, millet, bayrak, Atatürk sevdalısıydı. İşbu yüzden cenazesinde izdiham oldu. İnsanlar dürüst, düzgün olana hakkı teslim ediyorlar.
Bu arada bir de adamcağıza sosyal medya üzerinden hakaret edenler oldu. Cahil vatandaşa söyleyecek sözüm yok. Adı üstünde cahil. Allah kurtarsın. Ancak bir de mürekkep yalamış, kendince “fikir sahibi“ olan, ya da temsil makamında olanlar vardı. Onlara da Allah ıslah etsin demek mi lazım? Bilemedim.
Bir ülkenin, devletin, ya da toplumun diyelim, inanç konusunda otorite, yol gösterici ya da yola ışık tutması gereken bir kurumunun başındasınız. Kimi insanları, isimleri, kimi konuları hadi siz hazzetmiyorsunuz, nasıl davranmanız gerektiğini düşünmüyor, düşünemiyor, ya da zaten bile isteye bu tutumunuza devam ediyorsunuz. Saymıyor, saygı duymak da istemiyorsunuz. Anladım.
Öyle dahi olsanız etrafınızda sağduyulu, hoşgörü sahibi dostlarınız, akrabalarınız kim bilir ne bileyim danışmanlarınız, çalışanlarınız falan yok mu? Sizi seven, iyiliğinizi isteyen, sözüne itimat ettiğiniz, ehliyet, liyakat sahibi birileri mutlaka vardır değil mi? Tabi onlar da sizin kopyalarınız değilse. O birileri size şunları söylemiyorlar mı?
Biz Müslümanların samimi din adamından, gerçek manada bir alimden anladığımız, beklediğimiz;
nefsini bir
kenara bırakması,
varsa yüreğindeki
tüm çirkinliği, çirkefi, kini, nefreti söküp atması,
paçalarından
sevgi, saygı, sağduyu akması,
topluma iyilik, güzellik,
hoşgörü tohumları saçması,
sadece bugün
yaşayanları değil, bu memleketin gelmiş geçmiş tüm evlatlarını hiç ayırt
etmeden kucaklaması,
onlar için
Allah’a yakarması, dua etmesi, rahmet istemesi,
toplumu
derleyici, toparlayıcı olması değil midir?
Belli bir kesimi
değil yani, herkesi kucaklayan bir şefkat sembolü olması değil midir?
Hiç kuşku yok ki;
Peygamberimiz
Hazreti Muhammed (SAV) yaşasaydı, böyle davranırdı.
Çünkü bu yazdıklarım
bırakın bir din adamının, alimin,
bırakın iyi bir
Müslümanın,
insan olmanın
erdemleri değil mi?
Peki ne oluyor?
Kimi benzer
pozisyonda olan insanlar ne yapıyorlar?
Bir bakıyorsun,
bir kadının ardından,
Bir diğerine
bakıyorsun bir sanatçının ardından, hatta bir cenazenin, ölmüş bir insanın
ardından toplumu kin ve nefrete sürükleyecek laflar ediyorlar.
Daha ötesi mesela.
Geçtim, kadını, sanatçıyı,
yaşayan ya da hakkın rahmetine kavuşmuş olanı, yaşadığı dönemde bu milletin
hamisi olmuş,
Onları, bizi,
hepimizi yedi düvelin mezaliminden kurtarmış,
yaşadığınız
devletin,
başında olduğunuz
bir işin, bir yerleşim merkezi yada bir kurumun banisi olmuş bir insanın adını
ağzınıza almıyor,
mezarını ziyaret
etmiyor,
kendinizce bir
rahmeti çok görüyorsunuz.
Ya da
davranışlarınızla bunu ima ediyorsunuz.
Hoş onun zaten sizin rahmetinize ihtiyacı yok. Bu ülkenin milyonlarca evladının, üstelik Müslüman olanı olmayanıyla, Türk’ü, Kürt’ü, Arnavut’u, Boşnak’ı, Laz’ı, Çerkez’iyle milyonlarca vatan evladının duaları ve hatta dünyanın birçok ülkesindeki insanların duaları ona yeter. Bunları yazmamın sebebi onun ihtiyacı olmasından değil. Sizin bu tutumunuz ben ve benim gibi milyonları ziyadesiyle üzüyor. Ee sonuç?
Sonuç ne mi?
Siz bir vesile
bulunduğunuz koltukta, postta, makamda olabilirsiniz.
O koltuk sizinle ne
kadar gönül makamıdır bilmiyorum.
Ya da siz bunu ne
kadar önemsiyorsunuz onu da bilmiyorum.
Lakin şunu
biliniz ki inanç açısından başında olduğunuz milletin çok önemli bir kısmının
kalbini kırıyor, kanatıyorsunuz. Dikkat edin çok önemli bir kısım diyorum, çok
önemli kısmının yalnızca hayal kırıklığısınız. Ya da şuradan bakalım; mesela bu
önemli bir çoğunluk olmasın da toplumun %10’u olsun. Yahu hadi yalnızca birkaç kişi
olsun. Birkaç kişinin gönlünü kırmış olun. Hatta bu gönlünü kırdıklarınız
Müslüman dahi olmasın. Ne fark eder? Attığı adımla, her hareketiyle örnek
olması gereken kişi/kişiler olarak bu milletin önemli bir çoğunluğunu
kendinizden uzaklaştırıyor olabilir misiniz? Ve hatta başında olduğunuz yapı,
işyeri, yerleşim birimi, kurumlardan ve hatta Allah korusun mensubu olduğunuz
yaklaşımdan, fikirden uzaklaştırıyor olabilir misiniz? İnanç demeye dilim
varmıyor. Allah korusun.
Koltuk ehli değil makam ehli olmak değil miydi asıl olan? Zira makam halihazırda oturulan koltuklar değil, insanların yüreğindeki yer, yüreklerde bırakılan izler değil miydi?
Her neyse. “Koltuk ehli makamının ne olduğunu koltuktan kalktıktan sonra anlar.”
15 Mart 2025 Cumartesi
KÖTÜLÜKLER YOK OLSUN GÜZELLİKLER ÇOĞALSIN
Ülkemizin önemli gruplarından birinin CEO’su, şirketin bir başka üst düzey yöneticisini, çalışanlara gönderdiği Ramazan kutlama mesajı nedeniyle ikaz ediyor. Konu duyuluyor ve bu uyarısı nedeniyle “inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme” suçundan gözaltına alınıyor. Akabinde adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor.
Konunun iki yönetici arasında bir geçmişi
olduğu falan söylendi. Öyle de olabilir. Bu bir iç yazışma olabilir. Ya da
ifadesi alınıp bırakılmış olabilir vs. Hiç önemli değil. Koskoca bir ülkenin
gündemine düştü mü? Düştü. CEO gözaltına alındı mı? Alındı. Gazeteler yazdı.
CEO istifa etti. Yedi düvel duydu mu? Duydu. Peki şimdi bu hoş mu oldu ülkemiz
adına?
Nasıl üzülmeyeceksin? Şu canım ülkede güzel
şeyleri, güzellikleri konuşmak varken mevzuya bak. Ne bu? Tahammülsüzlük mü?. .
. Sağduyu, hoşgörü bu kadar mı yitip
gitti bu ülkeden?
Ramazan gelir. Oruç tutarsın tutmazsın, o
kişinin kendisi ile ilgilidir. Tutan tutmayana karışmaz, tutmayan tutana karışmaz,
hatta iltifat eder, “Allah kabul etsin” diyerek ibadetinin kabul olması
dileğinde bulunur. Oruç tutmak sadece aç kalmak demek değildir. İnsanın her
manada kötü olandan uzaklaşması, nefsini kontrol etmesidir ki Ramazan ayında bir
sükun, bir huzur ortamı hasıl olur. İftar yemekleri düzenlenir, birbirlerine
iftara gidilir. O kadar ki farklı inançlardan insanlar da iftarlara davet
edilir. Onlarda bu davete icabet ederler. Özenle hazırlanmış sofralarda hep
birlikte yerler yemeklerini. Gönüller ısınır. Kaynaşır. Bir olunur. Kenetlenir
insanlar birbirine. Çok hoş değil mi? Çok güzel değil mi?
Muharrem ayı da öyledir. Özeldir, kıymetlidir. Yine
muharrem ayı içinde aşure günü vardır. Türkiye’de yetişip de aşure sevmeyen
yoktur sanırım. Hangi inançtan, hangi mezhepten olursa olsun aşureler yapılır.
Komşulara dağıtılır. Ağızlar tatlandırılır. Yine gönüller ısınır, toplum
kaynaşır, bir olunur, kenetlenir insanlar birbirine.
Küçüktüm, rengarenk yumurtaların ikram edildiği
Paskalya günü vardı. Dini, mezhebi yoktu. Hayal mayal hatırlıyorum. Öyle bir
çok renk yoktu ama renkli yumurtalar ne hoşuma giderdi. Komşuyu komşuya, insanı
insana yakınlaştıran şeylerdi bunlar. Şimdi yapan var mı bilmiyorum.
Komşularımın arasında elinde yumurta ile kimseyi görmüyorum. Sadece iş
dünyasında, o da uluslararası ortamlarda, kimi zaman Hristiyan inancındaki iş
arkadaşlarımızın Paskalya’sını kutlama şeklinde. Hatta sosyal medyada cılız bir
şekilde. Ne olurdu sahip çıksaydık? Olmayınca daha mı iyi oldu?
Bırak onu çıkıyor birisi “yılbaşı kutlamak
günah” diyor. Hele bir de kitlesi varsa, üç kişi, beş kişi fark etmez
birilerini etkiliyorsa vay halimize. Ne dediğinin, ne yaptığının, nelere sebep
olduğunun farkında değil. Toplumda yeni yılı kutlayanlara karşı bir tepki, ikilik
oluşturuyor. Oysa yeni yılı, gecenin kısalmaya, gündüzün uzamaya başladığı 22
Aralık’ı kutlama, Nardugan Bayramı, hatta hatta geyikleriyle, arabasıyla
Ayazata ile Karkız bizim kültürümüzde var. Ne yazık unutulup gitmiş. İşin aslı
batıdan almış falan değiliz. Hoş batıdan alsak ne olacak? Güzel olanı, seni
birbirine kenetleyecek olanı, bir araya getirecek olanı sahiplensen ne olacak?
Yoook olmaz! Bir diğeri çıkıyor, vay efendim “Noel
dediğin Hristiyanlık propagandası”ymış. Olabilir. Velev ki doğru. Varsayalım
Hollywood tüm bu Noel filmlerini propaganda amaçlı yapıyor, yapmış olsun. Noel
hazırlıkları başlıyor. Çam ağaçları, evler süsleniyor. Hediyeler alınıyor. Bir
araya geliniyor. Amerika’da bir de Şükran Günü var. Aile bir araya geliyor.
Birlikte yemekler yeniyor vs. Tıpkı bizim iftar yemekleri gibi. Velev ki
propaganda, evet tüm dünyayı imrendiriyor. Evet o filmler izleniyor. Sen de yap!
Bizim bayramlarımızın zemini çok daha eski, ihtişamlı. Mesela Ramazan Bayramı
mı, Şeker Bayramı mı diye ikilik yaratacağına, ister “Şeker” ister “Ramazan” olsun,
dünyaya tanıt. Bugünün koşullarına en uygun haliyle daha bir sahip çık. Dünyaya
sevdir. Yapamıyorsun değil mi? Neden? Çünkü tüm enerjini pozitif tarafa değil,
negatif tarafa sarf ediyorsun. Tarafgirlikle, ikilik çıkarmakla uğraşıyorsun. Laik
bakış açısına ait her konuya karşısın.
Toplumu birbirine kenetlemek için bu toprakların
neleri neleri var. Nevruz’ları, Hıdırellez’leri var. Tüm dünya çocuklarını bir
araya getirdiğimiz, dünyanın ilk çocuk bayramı 23 Nisan’ımız var bizim. 23
Nisan geleceği inşa edecek çocuklarımıza dostluk, kardeşlik, barış mesajı
vermesi açısından o kadar kıymetli ki! Çok çok daha görkemli kutlanabilir. Tüm
dünyaya çok daha fazla duyurulabilir. O kadar ki tüm dünyada kutlanan bir gün
olabilir. Merkezi Türkiye olur. Dostluk, kardeşlik, barışın tohumları
Türkiye’den atılmaya başlamış olur. Ne büyük bir onur. TV’ler için yaptığımız
dizilerimiz yurt dışında önemli bir seyirci kitlesine ulaşıyor. Bu dizilerde peyderpey
23 Nisan işlenebilir. Yeter ki enerjimizi şu kutlanmaz, bu kutlanmaz yerine
güzel olana sahip çıkmaya harcasak. Bayramlarımızı sönükleştirmek yerine çok
daha coşkuyla kutlasak. Çok daha fazla sahip çıksak. 29 Ekim’ler, 19 Mayıs’lar,
30 Ağustos’lar ne kıymetliler. Sahip çıkılırsa yıllar sonra verdikleri mesaj
anlamında ve özellikle birbirimize kenetlenmemiz, tek yumruk olmamız, taş gibi
olmamız anlamında çok daha fazla kıymetli olacaklar.
Duracaksak bizi bölenden, ayrıştırandan uzak
duralım. Bizi bir araya getirene sahip çıkalım, güzele, güzelliklere sahip
çıkalım. Kötülükler yitip gitsin, yok olsun, güzellikler çoğalsın. Değilse
yazımın başındaki saçma hallere düşeriz vesselam.
İFLAH OLMAZSIN !
Artık anladım ki senden hayır yok canım kardeşim. Sen senden olmayanın yediği dayağa kör, Senin gibi düşünmeyenin feryadına sağırsın. Zulmed...
-
Meramıma gelmeden önce markaya, markanın ne olduğuna, marka kavramına nasıl baktığıma dair bir şeyler yazmam gerek sanırım. Markayı tescille...
-
Zaman zaman kutsal kitabımız Kur’an’a da dayandırılarak insanın “yaratılmışların en şereflisi” olduğu falan söylenir. Yaratılmışların en ş...
-
Arapça zlm, zulm kökünden gelip, dilimize birçok türemişiyle girmiş bir kelimedir, zulüm. Daha ziyade güçlünün, güçlü olanın kendinden olmay...