1 Ekim 2025 Çarşamba

İFLAH OLMAZSIN !


Artık anladım ki senden hayır yok canım kardeşim.
Sen senden olmayanın yediği dayağa kör,
Senin gibi düşünmeyenin feryadına sağırsın.
Zulmedene ise zaten sözün yok, dilsizsiniz.
Asıl sorun; sen bu körlük ve sağırlıkta samimisin.
Farkında olduğunu,
bile isteye böyle davrandığını,
elbet düzeleceğini düşünürdüm.
Yanılmışım!
Neden yanıldıysam?
Engels demedi mi? “İnsanlar yaşadıkları gibi düşünürler.”
Demem o ki;
görmezden, duymazdan gelmiyor değilsin.
Sen gerçekten görmüyor, duymuyorsun.
Görmeyen duymayanın bilgisi de, fikri de, söyleyecek sözü de olmuyor zaten.
Tabi ki dilsizsin.
Ve ne yazık ki canım kardeşim iflah olmazsın.
Bu şiiri karalamış, tam tamamlamadığım için paylaşmamıştım. İnsanın insana yaptığı zulmü gördükçe insandan sıtkı sıyrılıyor insanın. Fakat ne ola, Birleşmiş Milletler toplantısı ve sonrası Filistin ile ilgili bazı gelişmeler oldu. Sokaklar zaten protestolarla doluydu da ülke yönetimlerinden somut, sonuç odaklı yaptırımlar gelmedikçe değişen bir şey olmuyordu. Bu Birleşmiş Milletler toplantısında ülke temsilcisi birçok diplomat Netanyahu’nun konuşmasını dinlemeyip salonu terk ettiler. Aslında öncesinde İspanya’nın İsrail ile anlaşmalarını iptal etmesi, tam silah ambargosu getirmesi gibi alkışlanacak adımlar atılmıştı ama o kadar. Son gelişme İsrail'in Gazze'deki işgali, vahşeti, soykırımına tepki olarak daha önce Filistin Devletini tanımayan ülkelerde Filistin’i tanıdılar. Fransa, Monako, Belçika, Lüksemburg, Malta yine ayrıca İngiltere, Kanada, Avustralya, Portekiz Filistin devletini tanıdılar. 193 üyesi bulunan BM’de Filistin’i tanıyan ülke sayısı 157'ye ulaştı. BM üyesi olmayan Vatikan da Filistin Devleti'ni tanımıştı. Tüm bu adımlar samimiyse daha keskin yaptırımlar peşinden gelecekse şiirdeki gibi bakmayıp, insanlıktan ümidi kesmeyeceğim. Hoş dünya kıçını kaldırasıya bunun bir vahşet, soykırım olduğunu anlayasıya on binlerce yavrucak canını bıraktı orada. Hala da devam ediyor soykırım. Lakin bu gelişmelerle nispeten ümit var olacağım.

23 Eylül 2025 Salı

ADALET

Kimi zaman dost meclisinde, kimi zaman yazdıklarımda değindiğim ve yüksek anlam yüklediğim bir kavram var. “Denge”. Yaşamın onun üzerine kurulduğuna, ancak onunla sürdüğüne, sürebileceğine inanırım. Hemen her mecrada, hatta kainatta, yaşamda dengenin bozulması halinde bildik halin yok olacağı, başka bir dengeye evrileceği ama illa ki bir dengenin olacağını düşünürüm.

İlahi buluğum bu kavramın, yani dengenin vicdanlı hali ise adalettir. Elbette vicdanın olmadığı bir denge hali de ortaya çıkmış olabilir ki iş de o mutsuzluktur. Zulümdür.

Ahlakın, vicdanın ayarı, dengesi bozulduğunda, tabi ki adaletsizlik hüküm sürer. Adaletsizlik öyle bir haldir ki, ahlaksızlıklar, kötülükler hepsi bir evvel bir sonra fark etmeksizin sıraya dizilir. Zıvanadan çıkar. Üstelik kötülük; sınırları olan iyilik gibi değildir. Allah korusun ölçüsü, şiddeti sonsuzdur. Kötülüğün, ahlaksızlığın, vicdansızlığın, adaletsizliğin ayarı yoktur. Şiddetinin sonu yoktur. Adaletsizliğin hüküm sürdüğü yerde işin ucu nereye çıkar, kötülüğün ne tür bir boyutu oluşur tahayyül bile edemezsiniz. İnsanları yaktılar değil mi? Diri diri yaktılar. Feryat figan, bağıra bağıra yandılar. Kadınlarına, kızlarına, ırzlarına musallat oldular. Bunlar emin olun kötülük ölçeğinde hiçbir şey. Evet, devletin, dengenin, ahlakın, adaletin olmadığı yerde bunlar hiçbir şey. Bakın ahlak dedim, denge dedim, vicdan dedim ve devlet dedim.

Sağlıklı bir devlet yapısı insanın güvencesi. Herhangi bir devlet büyüğünün, bir kamu yöneticisinin, adalet dağıtan bir hakimin en küçük bir hükümde dahi adalet terazisinin şaşmasına müsaade etmemesi devlete, kendisini oraya getiren millete, sana, bana olan borcudur. Adil olmak, adaletli olmak; gücü, tokmağı elinde bulunduranın yalnızca insana değil Allah’a karşı da borcudur.

Ben söylemiyorum, Allah (c.c.) emrediyor. Tabi inançlı bir insansanız. Adaletin tesisine dair yüce Allah (c.c.) Nisa suresi 135.Ayette “Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” diyor, yine Maide Suresi 8. Ayette “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” diyor. Daha ötesi var mı? Allah kelamının üstüne ne söylenebilir?

Ancak adaletsizlik gafletine düşenlere hatırlatılabilir. Nitekim tarih boyunca, başta sevgili peygamberimiz olmak üzere, bilcümle alim, düşünür, devlet adamı hukuka, adalete dikkat çekmiş, bir anlamda insanlığı uyarmışlardır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ''Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten hayırlıdır.'' demiş, yine Hz. Ömer (r.a.) “Adalet mülkün (devletin) temelidir.” demiştir.

Fatih Sultan Mehmet aklı, ahlakı, adaleti öldürdüğün gün devletin de öleceğini söyler. Bakar mısın ne kadar tehlikeli ! Çok çok tehlikeli. Sakın sakın hafife almayın. Asla oyun oynanacak, manipüle edilecek, enstrüman olarak kullanılacak bir alan değildir adalet. Kamuoyu vicdanındaki en ama en küçük adaletsizlik milyonların devlete güvenini yerle yeksan eder. Elbette önce inancımızdan örnekler verdim, daha nice alim, düşünür, devlet adamı hararetle adalete dikkat çekmiş. Birkaç tanesini sıralayalım mı? Hem hatırlamış oluruz.

“Adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur.” Montaigne

“Devletin hazinesi adalettir.” Konfüçyus

“Hukuk her şeyin üzerinde olmalıdır.” Aristo

“İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.” Victor Hugo

“Memleketler kılıçla alınır, lakin adaletle muhafaza edilir.” Emir Timur

“Hukukun bittiği yerde tiranlık (siyasal gücü zorla ele geçiren ve onu kötüye kullanan kimse) başlar.” John Locke

“Bir insana yapılan adaletsizlik, tüm insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.” Kant

“Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.” Montesquieu

O kadar çok ki. Hangi birini yazacaksın. Peki neden acaba? Neden adalete bu kadar çok dikkat çekilmiş?

Adaletin olmadığı yerde başa gelecekler ile ilgili kaygıları yüzünden diyebilir miyiz? Yaşananlar ve adaletsizliği bizzat yaşayanlar, tanık olanlar, okuyup, öğrenenler, onların biriktirdikleri, tecrübeler. Demek bugüne değin şaşmamış ki bunca şey söylenmiş. Sadece sözler de değil, hakkında yazılmış bunca kitap ve sair neşriyat. Çünkü adaletsizliğin olduğu yerde bir arada yaşama iradesinin, devletin yok olacağı kaygısını gütmüş, bir anlamda ikazda bulunmuşlar.

Sonuç; adalet ve liyakat (liyakatte bir tür adalettir) sadece insanın değil bir toplumun en üstün erdemi olarak genel kabul görmüştür. Bir arada yaşayan insanların düzene, kamu düzenine, bu düzeni sağlayacak güce, devlete ihtiyacı vardır. Yönetenlerin ise kamunun selameti açısından erdemli davranmak, adaletli olmak ve liyakati üstün tutmak gibi sorumlulukları vardır. Adalet olmaz, liyakat olmaz ve bir an önce çaresine bakılmaz ise maazallah devlet soluk alamaz, ölür.

18 Haziran 2025 Çarşamba

BİLMEM? OLUR MU?

İsrail askeri güç anlamında elbette daha güçlü. Sayısal durumdan ziyade teknolojik olarak bu böyle. Arkasındaki destekçilerini de hesaba katarsak durum İsrail’in lehine.
Lakin İsrail halkının önemli bir kısmı Netanyahu’nun öldürdüğü masum insanları, çocuk ve bebekleri görüyor, bundan memnun değil ve Netanyahu’nun Gazze’de yaptığı zulmü desteklemiyor. Netanyahu’nun yaptıklarının dünyada İsrail’e karşı ağır bir öfke birikmesine sebep olduğunun farkında ve karşı çıkıyor.
Şimdi bir de tepelerine ama az ama çok füzeler yağmaya başladı. Durup dururken yıkılan binalar, yaralılar, canlarını kaybeden İsrailliler olacak. Sebep? Netanyahu siyaseti!
Hiç belli olmaz. İsrail halkı belli bir refah seviyesinde yaşıyorduk, rahat durmadın, abarttın, tadını kaçırdın, tepemize füze yağmasına insanlarımızın ölmesine sebep oldun diyebilir ve İran halkını kışkırtmaya, isyana teşvik etmeye çalışan Netanyahu bizzat kendisi vicdanlı, adil, demokrat İsraillilerden ağır tepki alabilir, ciddi bir muhalif hareket oluşabilir, insanlar sokaklara dökülebilir. Netanyahu siyaseti hiç beklemediği yerden tepetaklak gelebilir.
Bilmem? Olur mu?
Olursa fena olmaz. Peki abartmayalım ama belli mi olur işin ucu Trump’a kadar uzanabilir. Burunlar sürtülür. Diller bir yerlerine kaçar. Nispeten Türkiye rahatlar. İçimizden ya da dışımızdan bu o.b.ç.larına güvenerek hareket edenler geçici bir sürede olsa belki akıllarını başlarına alırlar.
Hoş, onların akıllarını başına almaları çok da önemli değil bizim aklımızı başımıza almamız önemli. Artık yeter değil mi? Farkında mısınız göre göre geliyor. Size demiyorum yanlış anlaşılmasın. Beyin körlerine diyorum. Görün artık!

HOCAM GALİBA RÖMORK'A ÇARPACAGIZ

Epey yaş almış bir hanımefendi yaşı ve fiziksel durumu pek müsait olmasa da ehliyet almayı kafasına koymuş. Ders almak için bir direksiyon öğretmeni ile anlaşmış. Şehir dışında, boş, geniş bir arazide öğretmen ile çalışmaya başlamışlar. Hanımefendi direksiyonda, öğretmen yanında, fren, gaz, debriyaj, sağa sola sinyal, geri vites çalışıyorlar. Şehrin trafiğine traktörün römorkuyla girmek istemeyen bir köylü, arazi çok geniş ve de boş olduğu için, arazinin bir kenarına römorkunu bırakıp gitmi. Hanımefendi ve öğretmen gayet güzel çalışırlarken hanımefendi öğretmene dönmüş, tereddütlü bir ifade ile “Hocam ilerdeki römorka doğru gidiyoruz, galiba çarpacağız” demiş ve gidip römorka çarpmış.
Kaza sonrası öğretmene sormuşlar;
“Alabildiğine geniş ve üstelik bomboş bir alanda römorka nasıl çarptınız?”
Cevap;
“Ne bileyim? Hanımefendi römorku gördüğünü söyledi. Dediğiniz gibi koca alan, her yer bomboş, direksiyonu hafifçe bir tarafa çevirmesi kafi, çevirir, çarpmaz diye düşündüm.”
Sonra hanımefendiye sorarlar;
“Böyle geniş bir arazide, o kadar boş alan varken gelip, römorka nasıl çarptınız?”
Cevap;
“Ben römorku görür görmez çarpacağımızı hocaya söyledim. Hoca öylece seyretti. Müdahale etmedi!” demiş.
Keşke tüm göz göre göre yaşananlar sonu kötü de olsa bu kadar sevimli olsa. Bu arada olay kayıtlara kaza diye geçmiş. Göstere göstere gelene, göz göre göre olana kaza denmez. Bırak kazayı hata bile denmez, aldatıldık, yanıldık hiç denmez. Ne denir siz karar verin.
İsrail İran’ı vurdu. Göz göre göre vurdu. Sakın “römork”a çarpanın İsrail olduğunu falan zannetmeyin. Römorka çarpanlar her şey ayan beyan ortadayken, gelişini seyredenler. Nuh deyip, peygamber demeyenler. Römorkun üstüne üstüne gitmekte ısrar edenler. Peki römork? O ne? Kim? Römork emperyalizmin bu coğrafyaya biçtiği kıyafet. Kendisine hizmet edecek yeni yönetimler, yeni sınırlar, kendilerine kayıtsız şartsız biat edecek omurgasız yeni devletçikler. Bunun üzerine düşünmeye ne hacet? Yahu adamlar gizlemiyorlar ki! Açık açık söylüyorlar. Daha nasıl görünecek römork? Arazinin ortasında duruyor.
Çözüm?
Çözüm günü kurtaran politikalardan ziyade, çözüm adalet, çözüm hukuk, çözüm güçler ayrılığı, çözüm demokrasi, çözüm dinden, mezhepten öte, çözüm laiklik, çözüm yerli malı seven, vatansever, açık zihinli bir eğitim sistemi, çözüm üretmek, çözüm mutlu, memnun, huzurlu vatandaş, çözüm birbirine sımsıkı kenetlenmiş bir ulus, bir millet. Çözüm insanları bir araya toplamış, örgütlemiş, tutkallamış, kurmuş, kurucu irade. Çözüm Atatürk. Çözüm fabrika ayarları.
Coğrafyamızda yaşananlar sürpriz mi? Yok “Büyük Orta Doğu Projesi”, yok “Arap Baharı”, yok “BİP”. Tüm bunlar, Irak, Suriye, Libya, Mısır ve diğerlerinin yaşadıkları sahi sizi çok mu şaşırttı? İsrail’in yaptıkları, bölgedeki amacı, şimdi İran’ı vurması. Irak’ın kuzeyinde özerk bir Kürt bölgesel yönetiminin kurulması, PKK ile yaşanan ileri geri haller, Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda oluşan yapı. İsrail ise güneyde Şam’ın burnunun dibinde. Bunlar sürpriz mi? Türkiye’de neler yaşandı? Neler yaşanıyor? Hocam galiba römorka çarpacağız. Kardeşim çevir şu direksiyonu biraz sende.

29 Nisan 2025 Salı

DEVLET


Hun İmparatorluğunun kurucusu Teoman, onun oğlu Mete Han, efsane hükümdar Atilla, Selçuklu Devletini kurucusu Tuğrul Bey, Anadolu’nun kapılarını Türklere açan Alparslan, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, çağ açıp, çağ kapatmış Fatih Sultan Mehmet Han hak vaki olduğunda bu dünyadan göçtüler.

Vatanı, milleti yedi düvel düşmandan kurtaran, İstanbul’un ikinci fatihi, devletimizin, Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, yakın silah arkadaşları Mareşal Fevzi Çakmak, Şark Fatihi Kazım Karabekir, Milli Şef, Cumhurbaşkanı ve Başbakan Mustafa İsmet İnönü ne yazık ki artık yoklar, yüreklerdeler.

Ecdadımız ne büyük kağanlar, padişahlar, ne kıymetli paşalar, beyler, komutanlar, ne güçlü siyasetçiler, devlet adamları gördü. Hepsi de ömür denen sayılı günlerini doldurdu, terki diyar ettiler. Hanlığın, hakanlığın, padişahlığın, krallığın hüküm sürdüğü, tahta oturanın bir ömür boyu kaldığı dönemlerde dahi neredeyse hiçbiri kurduğu, ya da başına geldiği devletle birlikte doğup, birlikte ölmedi. Post, taht, koltuk, makam kimselere kalmadı. İnsanoğlu; ölümlü olmasından sebep dünyaya dahi hükmetse netice de gün geldi makamı, koltuğu birilerine bıraktı ve gitti.

Öyle ise bu ahir ömürde milletler için asıl olan nedir? Bu büyük devlet adamlarının ortak vizyonu, misyonu nedir? En azından gerçek manada lider olmuş, halkının, milletinin kahramanı olmuş olanların perspektifi neydi? Hepsinin evet hepsinin ortak perspektifi; halklarına dünya üzerinde bağımsız, özgür, onurlu, güzel yaşayacakları bir alan açmaktı. Bağımsızlıklarını, vatan ettikleri topraklar üzerinde, kurdukları devlet ile taçlandırıp, işbu devleti güçlendirerek, on yıllar, yüz yıllar boyu kalıcı olmasını sağlamaktı. Hepsi de devleti yaşatmak için insanı, milleti yaşatmanın gerek olduğunu ve yine insanı yaşatmak içinse gerekenin devlet olduğunu, devletin yapısı olduğunu, kurum olduğunu idrak etmişlerdi. Büyük devlet adamlarının hiçbirinin işi “-mış” gibi yapmak değildi.

Öyle olduğu için binlerce yıl öncesinden, Oğuz Kağan’dan başlayarak bağımsızlık, bağımsız olma, devlet kurma ideali hep var oldu. Atalarımızın farklı zamanlarda, farklı bölgelerde artarda kurdukları devletlerle Türk Devlet Geleneği oluştu. Ya dönemlerine, çağa öncülük ettiler ya da ayak uydurdular. Değiştiler, geliştiler. Bir devlet yıkıldı ise dahi yenisini kurdular. İşin özü devlet, kurum, adalet hep var oldu. Tabi ki kimileri devleti kuran oldu, övgülere mazhar oldu, minnetle anıldı, kimileri de devlet demedi, kurum demedi, millet demedi, ben dedi, otağ dedi, saray dedi, koltuk dedi, zafiyet gösterdi, nefsine, hırslarına yenildi, yönetemedi, yıkılmasına sebep oldu. Sevilmedi, sayılmadı, kötü anıldı. Tarih dediğin böyle bir şey. Bugünden kaçabilirsin ama tarihten kaçamazsın. İllaki kulakların çınlar.

Devlet dedik, kurum dedik, devletin kurumları, adalet dedik. Fatih Sultan Mehmet diyor ki; “Aklı öldürürsen ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.” Bunu bugün Ahmet olmaz Mehmet olur fark etmez, körü körüne bir şeylerin peşine takılanlara, kuyruk olanlara, her iş başındakini devlet ile bir tutanlara, siyasetçilerle, hükümetle devleti birbirine karıştıranlara anlatmak lazım. İktidara gelmiş olanların iyi yaptıkları ya da kötü yaptıkları her şeyi direk devlete mal etmek akıl kârı değildir. İyi şeyler oluyorsa iktidarda olanı alkışlayacaksın. Kötü şeyler oluyorsa yine iktidarda olanı eleştireceksin. Muhalefet, iktidar fark etmez günahıyla sevabıyla vardır, geçicidir. Baki olan devlettir. Allah devlete, millete zeval vermesin. Bilimin, fennin, teknolojinin her türlü imkanına sahip, elindeki telefondan dünya üzerindeki her türlü bilgiye ulaşabilen sen ey insanoğlu, sen böylesi bir cehaletin, yanılgının içindeyken ataların binlerce yıl öncesinin şartlarında, at binip, ok atılan zamanlarda dahi asıl olanın devlet olduğunun idrakindeydiler. Devlet dediler, kurum dediler, adalet dediler. Dedik ya allame-i cihan olsa insan insandır, insanoğludur, gelir geçer. Kalıcı olan, sahip çıkılması gereken devlettir. Devletin kurumları, mekanizmalarıdır. Sen devletin başındakilerden ya da namzetlerinden ziyade devlete, kurumlarına sahip çıkacaksın. Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yüksek mahkemeler, mahkemeler, üst kurumlar, üniversiteler, tıp fakülteleri, hastaneler, okullar, belediyeler layık-ı veçhile çalışıyorlar mı? Çalışabiliyorlar mı? Ekonomi iyi yönetiliyor mu? Yaşam koşullarından, gelirinden memnun musun? Yarınından emin misin? Arzu ettiğin nispette hizmet alabiliyor musun? Mutlu musun? Senin mutlu olman yetmez, komşun da mutlu mu? Yetmez! Senin gibi düşünmeyen de mutlu mu? Fırsat eşitliği var mı? Evladın için eğitim öğretim sistemini başarılı buluyor musun? İyi eğitim alsın diye bedel ödeyip, özel okullardan medet umuyor musun? Ya da zaten gönderemiyor, göndermiyor musun? Devletin kurumları okulların koşulları, iyi mi? Yine devletin kurumları hastanelerin şartları iyi mi? İstediğin gibi sağlık hizmeti alabiliyor musun? Sanayide üretim, tarımda üretim layık olduğu yerde mi? Ete, ota, tavuğa, balığa, ekmeğe kolayca ulaşabiliyor musun? Hukuk sistemi adil mi? Desteklediğin yöneticilerinin yaptıklarını vicdanın da destekliyor mu? Vicdan insandır. Vicdan hukuktur. Vicdanlının vicdanı, milletin vicdanı ise adalettir. Bunları neden soruyorum? İnsan için. E insan diyorsun, hani devletti önemli olan? Elbette. Dedim ya devlettir, devletin kurumlarıdır, devletin kurumlarının aklı selimle, olması gerektiği gibi tıkır tıkır çalışmasıdır. Lakin yumurta tavuk, tavuk yumurta meselesi gibidir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”  Halkı, insanı mutsuz olan bir devleti yaşatmak kolay mı? Senin huzurun mutluluğun devletin var olabilmesi için çok önemli, senin özgür, müreffeh yaşayabilmen içinse devletin varlığı çok önemli.

Şimdi tuttuğun partinin milletvekilini, adayını, başkanını, şunu, bunu bırak devletin kurumlarına bak. Kimin başa geldiğinin önemi yok, sen senin devletine sahip çık, devletin kurumlarına sahip çık, hakka, hukuka, adalete, demokrasiye sahip çık. Diğerlerinin senden farkı yok. Bugün varlar yarın yoklar.

11 Nisan 2025 Cuma

KOLTUK EHLİ

Sanat dünyasının dosdoğru, dimdik sanatçılarından Volkan Konak vefat etti. Hoşlanırsın hoşlanmazsın o senin tercihin lakin takiyesi, zigzagları, dalkavukluğu olmayan erdemli bir insan evladıydı. Vatan, millet, bayrak, Atatürk sevdalısıydı. İşbu yüzden cenazesinde izdiham oldu. İnsanlar dürüst, düzgün olana hakkı teslim ediyorlar.

Bu arada bir de adamcağıza sosyal medya üzerinden hakaret edenler oldu. Cahil vatandaşa söyleyecek sözüm yok. Adı üstünde cahil. Allah kurtarsın. Ancak bir de mürekkep yalamış, kendince “fikir sahibi“ olan, ya da temsil makamında olanlar vardı. Onlara da Allah ıslah etsin demek mi lazım? Bilemedim.

Bir ülkenin, devletin, ya da toplumun diyelim, inanç konusunda otorite, yol gösterici ya da yola ışık tutması gereken bir kurumunun başındasınız. Kimi insanları, isimleri, kimi konuları hadi siz hazzetmiyorsunuz, nasıl davranmanız gerektiğini düşünmüyor, düşünemiyor, ya da zaten bile isteye bu tutumunuza devam ediyorsunuz. Saymıyor, saygı duymak da istemiyorsunuz. Anladım.

Öyle dahi olsanız etrafınızda sağduyulu, hoşgörü sahibi dostlarınız, akrabalarınız kim bilir ne bileyim danışmanlarınız, çalışanlarınız falan yok mu? Sizi seven, iyiliğinizi isteyen, sözüne itimat ettiğiniz, ehliyet, liyakat sahibi birileri mutlaka vardır değil mi? Tabi onlar da sizin kopyalarınız değilse. O birileri size şunları söylemiyorlar mı?

Biz Müslümanların samimi din adamından, gerçek manada bir alimden anladığımız, beklediğimiz;

nefsini bir kenara bırakması,

varsa yüreğindeki tüm çirkinliği, çirkefi, kini, nefreti söküp atması,

paçalarından sevgi, saygı, sağduyu akması,

topluma iyilik, güzellik, hoşgörü tohumları saçması,

sadece bugün yaşayanları değil, bu memleketin gelmiş geçmiş tüm evlatlarını hiç ayırt etmeden kucaklaması,

onlar için Allah’a yakarması, dua etmesi, rahmet istemesi,

toplumu derleyici, toparlayıcı olması değil midir?

Belli bir kesimi değil yani, herkesi kucaklayan bir şefkat sembolü olması değil midir?

Hiç kuşku yok ki;

Peygamberimiz Hazreti Muhammed (SAV) yaşasaydı, böyle davranırdı.

Çünkü bu yazdıklarım bırakın bir din adamının, alimin,

bırakın iyi bir Müslümanın,

insan olmanın erdemleri değil mi?

Peki ne oluyor?

Kimi benzer pozisyonda olan insanlar ne yapıyorlar?

Bir bakıyorsun, bir kadının ardından,

Bir diğerine bakıyorsun bir sanatçının ardından, hatta bir cenazenin, ölmüş bir insanın ardından toplumu kin ve nefrete sürükleyecek laflar ediyorlar.

Daha ötesi mesela.

Geçtim, kadını, sanatçıyı, yaşayan ya da hakkın rahmetine kavuşmuş olanı, yaşadığı dönemde bu milletin hamisi olmuş,

Onları, bizi, hepimizi yedi düvelin mezaliminden kurtarmış,

yaşadığınız devletin,

başında olduğunuz bir işin, bir yerleşim merkezi yada bir kurumun banisi olmuş bir insanın adını ağzınıza almıyor,

mezarını ziyaret etmiyor,

kendinizce bir rahmeti çok görüyorsunuz.

Ya da davranışlarınızla bunu ima ediyorsunuz.

Hoş onun zaten sizin rahmetinize ihtiyacı yok. Bu ülkenin milyonlarca evladının, üstelik Müslüman olanı olmayanıyla, Türk’ü, Kürt’ü, Arnavut’u, Boşnak’ı, Laz’ı, Çerkez’iyle milyonlarca vatan evladının duaları ve hatta dünyanın birçok ülkesindeki insanların duaları ona yeter. Bunları yazmamın sebebi onun ihtiyacı olmasından değil. Sizin bu tutumunuz ben ve benim gibi milyonları ziyadesiyle üzüyor. Ee sonuç?

Sonuç ne mi?

Siz bir vesile bulunduğunuz koltukta, postta, makamda olabilirsiniz.

O koltuk sizinle ne kadar gönül makamıdır bilmiyorum.

Ya da siz bunu ne kadar önemsiyorsunuz onu da bilmiyorum.

Lakin şunu biliniz ki inanç açısından başında olduğunuz milletin çok önemli bir kısmının kalbini kırıyor, kanatıyorsunuz. Dikkat edin çok önemli bir kısım diyorum, çok önemli kısmının yalnızca hayal kırıklığısınız. Ya da şuradan bakalım; mesela bu önemli bir çoğunluk olmasın da toplumun %10’u olsun. Yahu hadi yalnızca birkaç kişi olsun. Birkaç kişinin gönlünü kırmış olun. Hatta bu gönlünü kırdıklarınız Müslüman dahi olmasın. Ne fark eder? Attığı adımla, her hareketiyle örnek olması gereken kişi/kişiler olarak bu milletin önemli bir çoğunluğunu kendinizden uzaklaştırıyor olabilir misiniz? Ve hatta başında olduğunuz yapı, işyeri, yerleşim birimi, kurumlardan ve hatta Allah korusun mensubu olduğunuz yaklaşımdan, fikirden uzaklaştırıyor olabilir misiniz? İnanç demeye dilim varmıyor. Allah korusun.

Koltuk ehli değil makam ehli olmak değil miydi asıl olan? Zira makam halihazırda oturulan koltuklar değil, insanların yüreğindeki yer, yüreklerde bırakılan izler değil miydi?

Her neyse. “Koltuk ehli makamının ne olduğunu koltuktan kalktıktan sonra anlar.”

15 Mart 2025 Cumartesi

KÖTÜLÜKLER YOK OLSUN GÜZELLİKLER ÇOĞALSIN

Ülkemizin önemli gruplarından birinin CEO’su, şirketin bir başka üst düzey yöneticisini, çalışanlara gönderdiği Ramazan kutlama mesajı nedeniyle ikaz ediyor. Konu duyuluyor ve bu uyarısı nedeniyle “inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme” suçundan gözaltına alınıyor. Akabinde adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor.

Konunun iki yönetici arasında bir geçmişi olduğu falan söylendi. Öyle de olabilir. Bu bir iç yazışma olabilir. Ya da ifadesi alınıp bırakılmış olabilir vs. Hiç önemli değil. Koskoca bir ülkenin gündemine düştü mü? Düştü. CEO gözaltına alındı mı? Alındı. Gazeteler yazdı. CEO istifa etti. Yedi düvel duydu mu? Duydu. Peki şimdi bu hoş mu oldu ülkemiz adına?

Nasıl üzülmeyeceksin? Şu canım ülkede güzel şeyleri, güzellikleri konuşmak varken mevzuya bak. Ne bu? Tahammülsüzlük mü?. . .  Sağduyu, hoşgörü bu kadar mı yitip gitti bu ülkeden?

Ramazan gelir. Oruç tutarsın tutmazsın, o kişinin kendisi ile ilgilidir. Tutan tutmayana karışmaz, tutmayan tutana karışmaz, hatta iltifat eder, “Allah kabul etsin” diyerek ibadetinin kabul olması dileğinde bulunur. Oruç tutmak sadece aç kalmak demek değildir. İnsanın her manada kötü olandan uzaklaşması, nefsini kontrol etmesidir ki Ramazan ayında bir sükun, bir huzur ortamı hasıl olur. İftar yemekleri düzenlenir, birbirlerine iftara gidilir. O kadar ki farklı inançlardan insanlar da iftarlara davet edilir. Onlarda bu davete icabet ederler. Özenle hazırlanmış sofralarda hep birlikte yerler yemeklerini. Gönüller ısınır. Kaynaşır. Bir olunur. Kenetlenir insanlar birbirine. Çok hoş değil mi? Çok güzel değil mi?

Muharrem ayı da öyledir. Özeldir, kıymetlidir. Yine muharrem ayı içinde aşure günü vardır. Türkiye’de yetişip de aşure sevmeyen yoktur sanırım. Hangi inançtan, hangi mezhepten olursa olsun aşureler yapılır. Komşulara dağıtılır. Ağızlar tatlandırılır. Yine gönüller ısınır, toplum kaynaşır, bir olunur, kenetlenir insanlar birbirine.

Küçüktüm, rengarenk yumurtaların ikram edildiği Paskalya günü vardı. Dini, mezhebi yoktu. Hayal mayal hatırlıyorum. Öyle bir çok renk yoktu ama renkli yumurtalar ne hoşuma giderdi. Komşuyu komşuya, insanı insana yakınlaştıran şeylerdi bunlar. Şimdi yapan var mı bilmiyorum. Komşularımın arasında elinde yumurta ile kimseyi görmüyorum. Sadece iş dünyasında, o da uluslararası ortamlarda, kimi zaman Hristiyan inancındaki iş arkadaşlarımızın Paskalya’sını kutlama şeklinde. Hatta sosyal medyada cılız bir şekilde. Ne olurdu sahip çıksaydık? Olmayınca daha mı iyi oldu?

Bırak onu çıkıyor birisi “yılbaşı kutlamak günah” diyor. Hele bir de kitlesi varsa, üç kişi, beş kişi fark etmez birilerini etkiliyorsa vay halimize. Ne dediğinin, ne yaptığının, nelere sebep olduğunun farkında değil. Toplumda yeni yılı kutlayanlara karşı bir tepki, ikilik oluşturuyor. Oysa yeni yılı, gecenin kısalmaya, gündüzün uzamaya başladığı 22 Aralık’ı kutlama, Nardugan Bayramı, hatta hatta geyikleriyle, arabasıyla Ayazata ile Karkız bizim kültürümüzde var. Ne yazık unutulup gitmiş. İşin aslı batıdan almış falan değiliz. Hoş batıdan alsak ne olacak? Güzel olanı, seni birbirine kenetleyecek olanı, bir araya getirecek olanı sahiplensen ne olacak?

Yoook olmaz! Bir diğeri çıkıyor, vay efendim “Noel dediğin Hristiyanlık propagandası”ymış. Olabilir. Velev ki doğru. Varsayalım Hollywood tüm bu Noel filmlerini propaganda amaçlı yapıyor, yapmış olsun. Noel hazırlıkları başlıyor. Çam ağaçları, evler süsleniyor. Hediyeler alınıyor. Bir araya geliniyor. Amerika’da bir de Şükran Günü var. Aile bir araya geliyor. Birlikte yemekler yeniyor vs. Tıpkı bizim iftar yemekleri gibi. Velev ki propaganda, evet tüm dünyayı imrendiriyor. Evet o filmler izleniyor. Sen de yap! Bizim bayramlarımızın zemini çok daha eski, ihtişamlı. Mesela Ramazan Bayramı mı, Şeker Bayramı mı diye ikilik yaratacağına, ister “Şeker” ister “Ramazan” olsun, dünyaya tanıt. Bugünün koşullarına en uygun haliyle daha bir sahip çık. Dünyaya sevdir. Yapamıyorsun değil mi? Neden? Çünkü tüm enerjini pozitif tarafa değil, negatif tarafa sarf ediyorsun. Tarafgirlikle, ikilik çıkarmakla uğraşıyorsun. Laik bakış açısına ait her konuya karşısın.

Toplumu birbirine kenetlemek için bu toprakların neleri neleri var. Nevruz’ları, Hıdırellez’leri var. Tüm dünya çocuklarını bir araya getirdiğimiz, dünyanın ilk çocuk bayramı 23 Nisan’ımız var bizim. 23 Nisan geleceği inşa edecek çocuklarımıza dostluk, kardeşlik, barış mesajı vermesi açısından o kadar kıymetli ki! Çok çok daha görkemli kutlanabilir. Tüm dünyaya çok daha fazla duyurulabilir. O kadar ki tüm dünyada kutlanan bir gün olabilir. Merkezi Türkiye olur. Dostluk, kardeşlik, barışın tohumları Türkiye’den atılmaya başlamış olur. Ne büyük bir onur. TV’ler için yaptığımız dizilerimiz yurt dışında önemli bir seyirci kitlesine ulaşıyor. Bu dizilerde peyderpey 23 Nisan işlenebilir. Yeter ki enerjimizi şu kutlanmaz, bu kutlanmaz yerine güzel olana sahip çıkmaya harcasak. Bayramlarımızı sönükleştirmek yerine çok daha coşkuyla kutlasak. Çok daha fazla sahip çıksak. 29 Ekim’ler, 19 Mayıs’lar, 30 Ağustos’lar ne kıymetliler. Sahip çıkılırsa yıllar sonra verdikleri mesaj anlamında ve özellikle birbirimize kenetlenmemiz, tek yumruk olmamız, taş gibi olmamız anlamında çok daha fazla kıymetli olacaklar.

Duracaksak bizi bölenden, ayrıştırandan uzak duralım. Bizi bir araya getirene sahip çıkalım, güzele, güzelliklere sahip çıkalım. Kötülükler yitip gitsin, yok olsun, güzellikler çoğalsın. Değilse yazımın başındaki saçma hallere düşeriz vesselam.

Ayaz Ata Yakutistan
Ayaz Ata Türkmenistan



İFLAH OLMAZSIN !

Artık anladım ki senden hayır yok canım kardeşim. Sen senden olmayanın yediği dayağa kör, Senin gibi düşünmeyenin feryadına sağırsın. Zulmed...