DOĞRUSU SİZİN NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜZÜ MERAK
EDİYORUM.
Kutsal kitabımız Kur’an’ın ilk inen
ayetinin, yani yüce Allah’ın insanlığa ilk emrinin neden “oku” olduğunu her
geçen gün daha iyi anlıyorum. Ya da anladığımı düşünüyorum. Din ile bilimin
çatıştığını ise katiyen düşünmüyorum. Aksine birbirini tamamladığını, zaman
geçtikçe de birbirine daha yaklaşacağını düşünüyorum. Bilimin her buluşu
insanoğlunun düşün çeperlerini daha bir genişletiyor. Keskin çizgileri ile
ayırmaya çalışanlar buna müsaade etsin ya da etmesin bilim gereğini yapacak.
Ruhani perspektiften baktığımızda ilk
ayetin inişi şöyle. Peygamberimiz, yalnız kalmayı tercih ettiği Hira
mağarasında, Ramazan ayının 27. gecesi, tan ağarmaya başlamadan hemen önce,
karşıda, ufukta bir nur görür. Daha doğrusu ışıktan bir varlık. Bu Cebrail’dir.
Cebrail Peygamberimize “oku” der. Peygamberimiz okuma bilmediğini söyler.
Cebrail Peygamberimize sarılıp, onu kuvvetle sıkarak tekrar “oku” der.
Peygamberimiz tekrar okuma bilmediğini söyler. Bu durum bir iki kez
tekrarlandıktan sonra bu kez Cebrail peygamberimizi tekrar kollarının arasına
alıp, kuvvetlice sıkar, bırakır ve “Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı
alaktan yarattı. Oku. Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle yazmayı
öğretendir. İnsana bilmediklerini öğreten O’dur” der. Bu rivayetin kaynağı
bizzat Hz. Ayşe’dir. Eğer imanlı, inançlı iseniz bunun üzerinde çok
düşünmelisiniz.
Şimdi tamamen farklı bir pencereden
bakarak diyorum ki insanlığı Allah’a, Allah’ın mucizesine okumak yaklaştırıyor,
bilim yaklaştırıyor, bilim insanları yaklaştırıyor. Elbette Yüce Allah’ın
büyüklüğü karşısında çok acizler. Elbette çok aciziz ancak dün bizim için
bilinmeyenler arasında olanları onlar, bilim insanları sayesinde bugün fark
ediyoruz, biliyoruz.
Gözle görülemeyen canlıların varlığını,
bir anlamda farklı, bilmediğimiz bir dünyayı, alemi onların sayesinde
kavramadık mı? Meğerse bilmediğimiz, görmediğimiz, hatta hissetmediğimiz
canlılarla birlikte yaşıyor muşuz! Yanımızda, yöremizde, hatta içimizdelermiş.
Peki varlığını bilmediğimiz başka bir alem, dünya, canlılar varsa yine bilim
insanları sayesinde öğrenmeyecek miyiz? Diyebilir miyiz ki hayır onu bilim
insanları değil ben bulacağım.
İki yüz yıl önce birisine “sen
Londra’dasın, ben Urla’dayım, bir yandan yürürken bana gününün nasıl geçtiğini
anlatıyorsun, sesin Londra’dan Urla’ya kadar geliyor, görüntünde aynı şekilde.
Seni hem görüyor, hem duyuyorum, tabi sen de beni” deseniz size ya deli der,
inanmazdı ya insanüstü güçleri olan bir varlık falan zannederdi. Çünkü beyni
henüz bu gelişmişliği anlayacak durumda değildi, o denli bilgiyle donanmamıştı.
Bugün bile düşünecek olsanız Londra’daki arkadaşınızın ses ve görüntüsünün
havadan size nasıl geldiğini anlamakta güçlük çekebilirsiniz. Ancak bugün bilgi
dağarcığınız teknolojinin bunu başardığına vakıf.
Çok daha mucizevi buluşlar yok mu?
DNA’mızın şifresinin keşfedilmesi mesela. Bu sayede birçok hastalığın önüne
geçilebilecek, insan ömrü muhtemel uzayacak. Bu sayede önümüzdeki yıllarda her
bir insanın genetik yapısı, hangi ilaca nasıl tepki vereceği, hangi
hastalıklara yakalanabileceği, ailesinden ne tür nitelik, hastalık ve benzer
şeyleri aldığı bilinebilecek. Bazı şeyleri tahmin ve tasavvur edebilmek
gerçekten zor.
Yine bugün sonsuzluğu zihnimiz
kavrayamıyor. Bir dolu tarifi var da kestirmeden “sonu olmayan” deyip
geçiyoruz. “Sonsuz sayı da sonsuz” diyen var, ∞ ile simgeleştiren var. Teoride
belki, lakin pratikte sonsuzu kavradığımız katiyen söylenemez. Beynimiz,
donanımımız, bilgimiz sonsuzu algılayacak seviyede değil. Tasavvur edemiyoruz.
Peki yarın da anlamamız mümkün değil diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz. O da
bambaşka bir boyutu meselenin. İşte o sebepten diyorum bizi Allah’a “oku”mak,
bilgi, bilim, bilim insanları yaklaştıracak.
Bilime, bilim insanlarına sahip çıkmak
şart.
Tebrikler… Çok anlamlı bir yazı.
YanıtlaSil