13 Ağustos 2024 Salı

MİZAN TERAZİSİ

Sahipsiz canlarla ilgili kimi vicdansız kişiler hedef şaşırtmak için çocuklarımızı terazinin bir kefesine sokak canlarını terazini diğer kefesine koydular. Onlar ölmezse çocuklar ölecek algısı yaratmaya çalıştılar. Oysa ilgili kurumlar görevlerini layığıyla yapsaydı bugünlere gelinir miydi? Birilerinin görev ihmalini neden başka canlılar canlarıyla ödesinler?

Olmadı bu sefer kimileri sokak hayvanlarına sahip çıkan gönüllülere “köpekleri savunuyorsunuz ama Gazze’de yaşananlara sesiniz çıkmıyor” diyerek başka türlü bir saptırma içine girdiler. Bir mesele bu kadar saptırılmaz artık. Kardeşim bir insan her ikisine de tepki veremez mi? Hani mantıkta ve/veya vardır. Veya mı bu? Ve olamaz mı? Ya da sana ne! O sokak hayvanlarına sahip çıksın sen de Gazze’de yaşananlara sahip çık. Biri olunca diğeri olmaz diye bir kural mı var?

Yok dedim ya amaç saptırmak. Tek haklı çıksın da!

 Daha öteye götürüyorlar.

Mevzu keseri kendine yontmak olduğunda bunu rahatça yapabilmek için mevzuya inanç sisteminden bir kulp bulmada çok mahirler. Neden? Çünkü o kulpa tutunacaklar. O kulpla mütedeyyin, samimi Müslümanları kolayca ikna edecekler. Kraldan çok kralcılar hayvan meselesinde vahşeti normalleştirme çabasına girdiler. Kafaya koydular mı bulurlar, vahşete bile kırk tane kulp bulurlar. E zalimlik de böyle bir şey zaten. Zalim olmak için işin başında olman da gerekmez. Düşüncelerinle de zulmedebilirsin.

Dünya üzerindeki zulümlere bak. Ben haksızım, zulmediyorum diyen var mı? Ama dinden, ama kitaptan, ama dünyevi meselelerden kendince haklı bir gerekçe illaki bulurlar. Kim biz zalimiz der ki? Yahu adam elemanına mobbing/bezdirme politikası uyguluyor, ağıza gelmedik şeyi söylüyor, küfrediyor çıkıp ben böyle yaptım diyor mu? Komşusuna sarkıntılık ediyor ben zalimim diyor mu? Aksine kendini haklı çıkarmaya çalışıyor. Adam çıkıp 8 milyar insanın gözünün içine baka baka Gazze’de öldürdüğü masumlar konusunda haklı olduğunu anlatmaya çalıştı. Caniliğine örtü bulmaya, kılıf bulmaya çalıştı. Çıkıp ben ‘bilmem neyim’ dedi mi? 

Bazen neresinden çekiştirirsen çekiştir en fazla kendini kandırırsın. Emin ol ki kimseye yutturamazsın. Hele ki Yaratana. Hele ki “O”na.

Hep konuşulan, muhtemelen bildiğin, kimilerine göre Zenbilli Ali Efendi, kimilerine göre Ebu Suud Efendinin Kanuni’ye verdiği bir cevap var. Dikkat et ‘Kanuni’ye. Armut ağacına zarar veren karıncaların itlafı (yok edilmesi) için soruyor Şeyhülislama Sultan Süleyman:

Ger dırahta ziyan etse karınca, Ziyan olur mu karıncayı kırınca?

Şeyhülislam cevap veriyor:

Yarın Hakk'ın divanına varınca, Süleyman'dan, hakkın alır karınca.

Bu öylesine büyük bir mesaj ki bırak kediyi, köpeği, bahçene zarar veren börtü, böceği bile öldürürken bir daha düşün.

Yani birisinin sana zarar vermesi dahi Yüce Allah’ın verdiği canı alma hakkını sana vermez. Vatan savunması savaş hariç olmak üzere canın tehlikedeyse dahi karşı tarafa en az zararı vererek kendi canını koruyacaksın. Bu günümüz hukukunda bile böyle değil mi? Var mı öyle üzerine her yürüyeni silahını çekip vurmak? Köpek zarar veriyorsa o zaman her yumruk atanı vuralım gitsin. Olur mu böyle saçmalık?

Bu hal, bu umarsızlık beni neden bu kadar çok üzdü? Bak yalnızca hayvanların itlaf edileceği lafının geçmesi bile birtakım manyakları harekete geçirdi. Sağda solda hayvanlara kasteden insanların videoları dolaşmaya başladı. Öldürülmüş köpeği emmeye çalışan yavrular mı dersin, yavrularıyla beraber ölmüş anne mi dersin, boğazına ip geçirilmiş kuyruğundan tutulmuş, dalga geçerek kamyona yüklenen mi dersin, kedi yavrusunu fırçayla vura vura öldürüp, sonra çatıya atan mı dersin.

Yahu bizim inancımız, sadece inancımızda değil, kültürümüz, geleneğimiz, göreneğimiz, insanlığımız kurbanı dahi keserken eziyeti yasaklar.

Ne oluyor? İnsanlığımızı nerede bıraktık? Kendilerine tepki verenlere bazıları senden mi öğreneceğim şeklinde cevaplar veriyorlar. Neden? Siz üstün ırk mısınız? Daha mı eğitimlisiniz? Daha mı insansınız? Daha mı makbulsünüz Allah katında?

Neyse biliyorsundur da al san bir kıssadan hisse;

Zamanın birinde bir derviş berberden içeri girmiş. Saçlarımı kazıyıver berber efendi demiş. Dervişin saçlarının kesilmesi bitmeye yakın içeri eli sopalı bir edepsiz girmiş.

Dervişin yanına gelip, kafasına bir tokat aşk ederek “Kalk bakalım kel, kalk da biz tıraş olalım.” demiş.

Derviş bu, içinden “dövene elsiz, sövene dilsiz” gerek demiş, yutmuş.

“Her şey senden, her şey haktan” demiş, susmuş.

Ama edepsiz devam ediyor. “Kel aşağı, kel yukarı.” Dalga geçip duruyor.

Nihayet tıraş bitmiş, edepsiz dükkândan çıkarken dervişin kafasına bir tokat daha atıp, “eyvallah kel” demiş ve çıkmış. Derviş kafasını sağa sola çevirmiş ama yine susmuş, sakinliğini korumuş.

Edepsiz çıkmış çıkmasına ya daha köşeyi dönmeden kontrolden çıkan bir at arabası bizim edepsize çarpmış. Arabanın o kocaman orta oku olduğu gibi edepsizin karnını deşmiş, edepsiz çok feci bir şekilde can vermiş.

Berber dervişin beddua ettiğini düşünüp, mevzuyu ona bağlayıp, sormuş. “Bu biraz ağır olmadı mı derviş efendi?”

Derviş cevap vermiş: “Vallahi ben gücenmedim, hatta hakkı mı da helal ettim. Lakin bu kelin de bir sahibi var. Demek ki onun gönlü çok kırılmış.

Sen bu hayvancağızları sahipsiz mi zannediyorsun? Öyle zannetmeye devam et. Senin ısrarla öyle zannetmen, gerçeği değiştirmeyecek. Allah’ın verdiği canı almanın, ya da can almanın, zulmetmenin önünü açmanın, ya da destek vermenin hesabını mizan terazisi kurulduğunda elbet vereceksin. Hep beraber vereceğiz. Azdan az çoktan çok.

3 Ağustos 2024 Cumartesi

UMARIM COĞRAFYAYA AKIL DOLU BİR MESAFEDE DURURUZ

 İnsan için kullanılan hiçbir sıfatın kullanılamayacağı Allah’ından bulasıca Netanyahu ve avaneleri, hani şu ABD Kongre üyeleri, dünyaya insan olmadıklarını, dünya sağlık örgütü, dünya gıda programı, UNICEF, karbon gazı, aç çocuklar, yeşil dünya ve bunların hepsinin Netanyahu gibi olanlar için, ABD Kongre üyeleri için palavra olduğunu , işlerine gelmediği zaman nasıl bir canavara, nasıl bir zalime dönüştüklerini gösterirken dünya üzerinde her dinden, her milletten, sağduyulu milyonlarca insan ve tabi ki biz Türk toplumu tepkiler veriyoruz.

O, garip bir şekilde, ısrarla kendimize çok yakın, gereğinden fazla yakın hissettiğimiz, hani neredeyse, yani utanmasak neredeyse canımız Türkçemizi bırakıp, dillerini öğrenmek çabasına girişeceğimiz Arap dünyası ağırlıklı olarak suskun. Evet 450 milyonluk Arap dünyası. İsrail’deki Yahudi sayısı 7,5 milyon, tüm dünyadaki Yahudi nüfusu ise 15 milyon civarında. Bir düşün 450 milyon, karşısında 15 milyon. Burada bir parantez açayım. Ben halkların birbirleriyle sorunu olmadığına inananlardanım. Haltı yiyen, insanlığı uçuruma sürükleyenler halklarını zerre düşünmeyen, halkalarının refahı dışında başka ajandaları olan yönetimler. Bu zulüm iş başındakilerin zulmü. Yahudi ya da Arap halkını meselenin dışında tutmak gerek. Onlara cephe almak, kin beslemek katiyen doğru değil. Nitekim gerek İsrail, gerek dünyadaki milyonlarca Yahudi Netanyahu iktidarının yaptıklarını her ortamda protesto ediyorlar.

Konuya dönüyorum. Ne dedim Arap nüfus 450 milyon Yahudi nüfus 15 milyon. Arapların 23 devleti var, Yahudilerin yalnızca 1. Araplar Umman Denizinden Akdeniz’e, Atlas Okyanusundan Hint Okyanusuna, Orta Doğu ve Afrika’ya yayılmış, yaklaşık 13 milyon km²lik bir coğrafyanın üzerinde oturuyorlar. Yahudiler bir avuç, yalnızca 22 bin km². Mukayese bile edemezsiniz. Pasta grafiğine koysanız Yahudilerin yüzölçümü grafikte görünmez bile. Bak dahası var; dünya petrol rezervinin yarısı Arap coğrafyasında. Bu nasıl bir güç biliyor musun? Düşünebiliyor musun tüm dünyadaki petrol rezervinin yarısı Araplarda kalan yarısı 182 ülkede. Doğalgazı saymıyorum bile. Ya da dur onu da yazalım, evet, onun da yanılmıyorsam %40’ı Orta Doğu coğrafyasında. Şimdi diyebilirsin ki o küçücük İsrail bilimde, teknolojide, ekonomik büyüklükte almış başını gitmiş, dünyaya yayılmış lobi faaliyetleri mukayese götürmez daha üstün. Doğru. Kesinlikle öyle. Hatta ABD'de arkasında. Ancak karşısındaki büyüklükte tekrar bir daha bakılması gereken bir büyüklük. Bir daha bakar mısınız o rakamlara.

Ne demek istediğimi izah edebilmek için yakın gelecekten bir iki örnek vereyim. Uzağa gitmeyelim. Mesela ilki; elde avuçta hiçbir şey yokken Atatürk’ün tüm dünyaya kafa tutuşu. İstiklal Savaşımız. İkincisi de daha yakın bir geçmişten olsun. Elbette Kurtuluş Savaşı’mızla kıyaslanmaz ama yine dünyayı karşısına, her türlü ambargoyu ve hatta saldırıyı, savaşı göze alarak Ecevit’in Kıbrıs’a çıkarma yapma kararı. Yani Kıbrıs Barış Harekâtı. Demem o ki işe ilk önce sahip çıkması gerekenler neredeler? Madem hem aynı etnik köken, hem din kardeşliği var. Neden birbirlerine sahip çıkmazlar? Sonra Osmanlı'nın son döneminde yaptıkları gelir aklıma. Şaşırmam bu hallerine.

Mazlum Gazze bebelerine kıyamam. Onlara yapılana kıyamam. Onlar için koyulan tepkilere dibine kadar desteğim. Çocuklar ölmesin. Mezalim karşısında sessiz kalan dilsiz şeytandır. Kendi ülkemize, kendi çocuklarımıza karşı olan sorumluluklarımızı unutmadan, kendi evlatlarımızın canlarını, geleceklerine halel getirmeden, tehlikeye sokmadan, tam da bu ölçüde, ölçüsünde ve diplomatik tepkilerle sonuna kadar tavrımızı ortaya koymaya evet. Ölçüyü kaçırmadan, ettiğimiz laflara dikkat ederek, akıl dolu, siyaset dolu.

Fakat ben şu Araplardan çok Arapçı tutumu, bu anlamda ölçünün kaçmasını içime sindiremiyorum. Bizler Türkiye’yiz. Bizler Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Arap’ıyla Türk’üz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Önce kendi vatandaşlarımıza karşı, Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde birbirimize karşı sorumluluklarımız var. Bizim devletimiz, milletimiz, vatanımız, bayrağımız, ortak bir dilimiz, Atatürk’ümüz, kurucu irade ve ilkelerimiz var.

Din kardeşliği üzerinden din diye ısrarla Arap gelenek, görenek, yaşam biçim ve yaklaşımlarının Türk milletine, milletimize sirayet etmesi, isteyen seve seve öğrensin elbet ama ısrarla Arapçanın bir şekilde öğretilmeye çalışılması. Okullarda seçmeli ders oldu. Bir ara zorunlu dil olacağı basına yansımıştı. Sadece İmam Hatiplerde zorunlu. Öyle bir durum olmadı. Hoş hangi yabancı dil dersi olursa olsun seçmeli olması gerektiğine inanıyorum. Ben zorla Fransızca neden öğreteyim ki? Bu yaklaşım bence rahatsızlık verici. Hele de dinini öğrenebilmek için Arapça öğrenilmesinin bir zorunlulukmuş gibi algılanması. Ve Arap alfabesi ile yazılmış her yazının sanki kutsalmış gibi algılanması.

Bu konuya bu kadar meraklı, istekli olmamız neden?

Tarihteki 6.000 civarı etnik topluluk içinde Türk’lerin tarihin hemen her döneminde devlet kurmaları Türk devlet kurma geleneğini veya Türk devlet geleneğini oluşturmuştur. Bunun ne kadar kıymetli olduğu tartışmaya açık mı? Değil tabi ki! Çok çok kıymetli ve ne kadar iftihar etsek az. Osmanlı’da öyle kuruldu ve ne kadar Türklükten uzaklaştı o kadar işi zorlaştı. Bir çok tarihçi özellikle hilafet ile yoğunluğu artan Arap perspektifinin Osmanlı’yı Türklükten uzaklaştırdığı ve o güçlü devletin sonunu hazırladığını söyler.

Arap tarihi İslamiyet öncesi çok tartışmalı. Asurlular zamanında Arap ismi geçmeye başlıyor. Ancak Arap ismi devlet olarak İslamiyet sonrası anılmaya başlıyor. Peygamberimiz, sonrasında dört halifesi. Ve sonrasında Emeviler, Abbasiler dönemi var. Sonrasında Arap coğrafyasının önemli bir bölümü Osmanlı yönetimine geçiyor. Osmanlının sona yaklaştığı dönemlerde Suud ailesinin isyanları. Artan Arap milliyetçiliği, Osmanlıdan kopuş var. Var ama bağımsız bir devlet falanda yok. Cezayir ve Tunus’un Fransız mandası, Libya’nın İtalya sömürgesi, Mısır’ın, İngiliz mandasına girişi var. 1. Dünya Savaşında özellikle İngilizler ile savaşırken İngilizlerin kışkırtması ile Araplar’ın isyanı var. İşin özü Osmanlının sonunu hazırlayanlardan biri de Araplar değil mi? İngilizlerle birlik olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin gerçeği yok mu?

Kendini Arap Kültüründen sıyıran bir anlamda dönebildiği kadar fabrika ayarlarına dönen Türkler, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdular. Modern Türkiye Cumhuriyeti yurtta barış dünyada barış gibi, en hakiki mürşit ilimdir ve fendir gibi, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir gibi ilkelerle insan haklarına saygılı, milli dayanışma ve adaletin olduğu,  huzurlu bir toplum, millet, devlet olarak muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak gibi bir hedefe ulaşmaya çalışırken içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşananlar hepimizce malum. Her ne kadar İran Arap olmasa da şahın devrilmesi Humeyni rejimi, bölgedeki mezhep problemleri, terör örgütleri, Irak-İran Savaşı, Irak’ın Kuveyt’e girmesi. Artık neler neler. Filistin malum. Son dönemde patlayan Arap Baharı süreci. Tunus, Ürdün, Mısır, Cezayir. Rejimi değişen, değişmeyenler. Irak bitik. Suriye bitik. Libya parça pinçik, Yemen bitik. Yani bir şeyler söylemek, müdahil olmak kolay da sıyrılmak hiç kolay değil.

Biz önümüze bakalım derken burnumuzun dibinde yaşananlardan ancak sağlıklı, doğru politikalarla sıyrılmamız mümkün. Sadece dış politika da değil. Her attığımız adımda. Eğitimde, sağlıkta, hukukta, ekonomide. Maalesef başta Suriyeliler olmak üzere 10 milyonun üzerinde, kimilerinin iddiasına göre de 15 milyon mülteci girdi zaten ülkemize. Bunun nasıl bir büyüklük olduğunun, bu halin başımıza ne işler açabileceğinin, ülkemiz, çoluğumuz çocuğumuzun geleceği açısında nasıl büyük bir tehlike olduğunun farkında değiliz. Kimi dostlarla konuşurken “din kardeşimiz”, “ne yani ortada mı bıraksaydık” benzeri beylik laflar ediyor olmaları gerçekten şaşırtıcı, üzücü. Bu kadar da bir haber, ya da bu kadar da gamsız, duyarsız  olunmaz ki. Hala gereksiz bir hamaset, bir kuru kabadayılık peşindeyiz. Akılcı değiliz. Kesinlikle akılcı değiliz. Israrla sanki kendimizi o coğrafyaya bulaştırma çabasındayız. Durup durup, kendimize çok yakın hissettiğimizden, ısrarla o coğrafyaya oynamaktan vazgeçmiyoruz.

Tehlikeli oyunlar oynanıyor. Kimse bana kenarda durarak etkili bir oyuncu olamayız falan gibi laflar etmesin. Sakın etmesin. Ben Türkiye’nin bu şekilde bir etkili oyuncu olmasını istemiyorum. Türkiye ABD gibi olmasın zaten. Türkiye İngiltere, Fransa gibi olmasın zaten. Türkiye zalim olmasın zaten. Türkiye’nin vizyonunu Kurucusu Atatürk koymuş “Yurtta barış, dünyada barış” Nokta. Umarım inanç, mezhep, dostluk, kardeşlik vb gibi sebeplerden, duyulan yakınlıktan dolayı rasyonel olmayan, akılcı olmayan çıkışlar yapmayız. Kim ne yaparsa yapsın, kim kiminle savaşırsa savaşsın herkese olması gerektiği kadar mesafede durmayı biliriz. Suriye’de yaptığımız hatalara bak. Sonuçlara bak. Rusya Ukrayna savaşındaki dengeli, adil duruşumuza, akıllı siyasetimize bak.

Umarım Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu yol haritası ve ilkelerle, yine gösterdiği hedefe kilitlenir, coğrafyada yaşananlara akıl dolu bir mesafede dururuz.

ZULÜM

Arapça zlm, zulm kökünden gelip, dilimize birçok türemişiyle girmiş bir kelimedir, zulüm. Daha ziyade güçlünün, güçlü olanın kendinden olmay...