Üniversite sınavlarına girecek
öğrencilere üzüldüğünüz oluyor mu ? Evet, bende üzülüyorum. Hem de hemen her
aklıma geldiğinde, her mevzusu geçtiğinde… İçinde bulundukları ruh haline, derinlerde
yaşadıkları hesaplaşmalara, çevrenin yarattığı psikolojik baskıya bakıyorum.
Üzülmemek elde değil. Diğer yandan yapacak fazlada bir şey yok. Her geçen gün,
her geçen sene dozu artıyor rekabetin. Öyle eskiden olduğu gibi son bir iki
sene hazırlanmak falan yetmiyor artık. Yıllar öncesinden, çocuk yaşlarından başlıyor
mücadele. Çalış, çalış, çalış. Başka çaresi yok. Daha iyi yaşamak, yaşam
kalitesini artırmak adına çıta yukarılara çıktıkça, bu beklentileri
karşılayacak imkanları hazırlamak da zorlaşıyor. Her şeyin bir bedeli var…
Profesyonel yaşamda da böyle. Orada da
çılgıncasına bir rekabet var. Beklentileri yükselmiş müşteri, yani sen, ben,
biz. Daha iyi yaşamak, daha iyi hizmet almak adına kalite beklentimizi
yukarılara çektikçe aslında rekabet çıtasını da yukarılara kaldırıyoruz. Biz
istedikçe bizi memnun etmeye çalışan şirketlerde sistemlerini etkileyen,
rekabet gücünü artıracak her bir parametreden beklentilerini artırıyorlar. Ve
sonunda sistemin kalitesini etkileyen en önemli faktörlerden olan insan yani
biz, rekabetteki artışın izdüşümünü yaşıyoruz. Her şeyin bir bedeli var dedik
ya.
Rekabetin üstel şekilde arttığı iş
dünyasında bu seyre paralel bir kişisel gelişim temposunu tutturamazsak
başarılı olmamızda söz konusu değil.
İyi olmak falan yetmiyor artık. Bir
takımın içinde bekleneni karşılıyor olmak, yada ortalamaların üzerine nispeten çıkmış
olmak meseleyi çözmüyor. Tabi “azıcık aşım kaygısız başım”, “Aman problem
çıkmasın, olduğum yeri koruyayım kafi” gibi bir hedefiniz yoksa ! (Günümüz iş
dünyasında bu perspektifte olan bir kişinin bulunduğu yeri birkaç yıl koruyabilmesi
bile bence çok büyük şans ya neyse.) Evet, ortalamanın üzerine çıkıyor olmak
yetmiyor. Bir bölümün çalışanlarının kabaca yüzde 5 ile 10’unu en iyiler
oluşturuyor. Bu rakama performansı beklenenin üzerinde olanları da eklersek rakiplerin
sayısı iyice yükseliyor. Bir üst pozisyonu kapabilmek için 100 kişilik bir
yapıda en az 25-30 güçlü rakibiniz olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çok
ciddi bir durum. Terfi almak neredeyse aslanın ağzında… Performans
değerlendirme dönemleri belki de bu gerçeğin daha bir ayırdın da olduğumuz
süreçler olmalı. Kişinin kendini rasyonel bir platformda tartması, bulunduğu noktayı
alabildiğine objektif gözlemlemesi gereken bir dönem. Hoş bu dönemlerden
yeterince istifade edilmediği kanısındayım. Beklentisi olmayanlar rutinlerine
devam ederken, beklenti içinde olup arzu ettiğini alamayanlar. Durumu sağlıklı
değerlendirmek yerine duygusal tepkiler verebiliyorlar. Çok az insan bu dönemi bir
fırsat olarak değerlendirip, neden kaçırdığını enine boyuna değerlendirip,
sonraki döneme kendini hazırlıyor. Bunu yapanlar ise zaten sonraki dönemin
güçlü adayları oluyorlar.
Evet, her geçen gün artan rekabet
ortamına paralel kendimizi geliştirmek durumundayız. Şirketin sorumluluğumuza
vermiş olduğu görevleri tam manasıyla yerine getirebilmek, beklentileri
karşılayıp, fazlasını ortaya koyabilmek için. Başarıyı şansa bırakmayıp,
ötesine geçebilmek, pozitif enerjiye, gülen bir yüze sahip olabilmek, ast, üst
ve iş arkadaşlarıyla iyi, kaliteli ilişkiler kurabilmek için. Sağlıklı bir iş
çevresi, sosyal çevre oluşturabilmek için. Yaratıcılığını geliştirebilmek,
sürekli çözümün kaynağı olabilmek, fikirlerini kabul ettirip, hayata geçirebilmek
için. Günün sonunda fark yaratıp, fark edilmek, lider tarafını ortaya koyabilmek
için kendimizi geliştirmek zorundayız. Her sabah uyandığımızda dünden daha
güçlü uyandığımızı hissedebilmeliyiz. Klasikleşmiş ama yerli yerine oturtan bir
örnektir; Afrika’da aslanlar dün karınlarını en yavaş ceylan ile doyurdular.
Bugün aç kalmak istemiyorlarsa dünden daha hızlı koşmak zorundalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder