Yaşamda hemen her şeyin büyük, küçük, önemli, önemsiz bir amacı vardır. Hayata geçirilecek, yapılacak her şeyin . . . Bir iş, bir proje ilk kez konuşuluyorsa en önce ne yapmak istenildiği konuşulur, hedefler, amaç konuşulur. Amaç; yapılan, yapılacak olan her şeyin merkezinde durur. Asıldır. Aslolandır. Amacı ekmek almak olan kişi fırına kadar gitmiş ekmek almadan dönmüşse; eve ne ile dönerse dönsün; ekmek almamıştır, asıl amaç gerçekleşmemiştir. Velev ki eve dönerken yolda altın bulmuş ve altın ile dönmüş olsun. Amaca ulaşılmamıştır. Evde ekmek yoktur. Diğer yandan yine amacı ekmek almak olan bir kişi çarşıdan gelmekte olan eşini arayıp gelirken ekmek alıp gelmesini istemiş ve netice de ekmeğe ulaşmışsa amacını gerçekleştirmiştir.
Yineleyelim asıl
olan amaçtır. Amaca ulaşırken kullandığınız yol ve yöntemler asıl olanın önüne
geçerse yada amaç bir yana bırakılıp, araçlar amaca dönüşürse asıl amaç yiter,
yok olur. Asıl olan istikametten sapılır. Hâl, durum sapkın bir hale gelir,
gelebilir.
Yüce dinimiz,
İslam’ın da elbette nihai bir amacı var. İlahiyatçı değilim ama yazacaklarım
için ilahiyatçı olmaya gerek yok. Hepimizin bildiği ya da kolayca ulaşabileceği temel bilgilerden bahsedeceğim. Dinimizin nihai amacına baktığımızda
beşerin birbiriyle huzur ve barış içerisinde mesut, mutlu yaşaması olduğunu
görüyoruz. Diğer taraftan insanın kendisi de dahil Allah’tan
başka kimsenin alamayacağı canını, doğruyu, yanlışı ayırt eden aklını, inancını,
dinini, emekle, alın teriyle edindiği malını ve neslini korumak
dinimizin temel hedefidir. Kişileri başka insanlara karşı kin ve nefrete,
intikama, kan dökmeye asla sevk etmemiştir, etmez. İlk gününden itibaren sevgiyi,
saygıyı, nezaketi, hoşgörüyü, sağduyuyu telkin etmiştir. Tüm emir ve yasaklar bir
amaç uğrunadır. Güzel ahlakla ahlaklanmak. Güzel ahlaka sahip olmak.
"O,
sizin suret, şekil ve dış görünüşlerinize değil, kalplerinize ve kalbi
temayüllerinize bakar." (Müslim, Birr, 33) asıl olanın amaç olduğunu
özetleyen bir hadistir. Yüce Allah’ın insanların güzel, yakışıklı, zengin,
makam sahibi vb niteliklerine değil, ruh güzelliklerine, gönül zenginliklerine,
güzel ahlaka baktığına işaret eder. Hz.Ömer’in “Bir kimsenin kıldığı namaza,
tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu? Kendisine bir şey emanet
edildiğinde emanete riayet ediyor mu? Dünya ile meşgul olurken helâl-haram
gözetiyor mu? Ona bakınız.” dediğini bilirsiniz. Bir konu daha ne kadar net
olabilir değil mi? Amaca odaklanmış, olması gereken yere koymuşsak, yani güzel
ahlakı yaşamımızın merkezinde tutuyorsak doğru yoldayız. Değilse başta kendimiz
olmak üzere insanlığı aldatıyor oluruz.
Orta Doğu
coğrafyasında, daha doğrusu Müslüman ülkelerde kabul edelim ki araçlar amacın
yerini almış, amaca dönüşmüştür. Amaca giden yol araca meyletmiş, amaç yolundan
sapmıştır. Zaman zaman aksi düşünceler, itirazlar yükselir. Olsun itiraz etmeler
ya da birilerinin kabul etmemesi gerçeği değiştirmez. Birçok aydın İslam
aliminin dikkat çektiği nokta budur. Lakin bu alimler öylesine az kalmıştır ki
sözlerini dinletememektedir. Asıl tehlike ise her geçen gün sayıları daha da azalmaktadır.
Amacı, aslolanı
ikincil hatta üçüncülleştirmiş, dördüncülleştirmiş bir kafa yapısı kul hakkı da
yer, rüşvette yer, hırsızlık da yapar, adam da öldürür, zulüm de yapar. Üstelik
tüm bunlara dinen kılıf da bulur. Bunu kendinde hak görür. Bir Müslümanı diri
diri yakarak öldürmek hangi kafa yapısının eseridir? Yetmiyor! Yakıyor,
kameraya çekiyor, dünyaya servis ediyor. Bunun izahı zordur. Ama onların
kendilerince açıklaması vardır. Değilse Allah korkusundan bunu yapabilirler mi?
Bir dönemin başlar üzerinde tutulan, neredeyse barış sembolü ilan edilen bir
din adamının suçsuz insanların zindanlarda çürümesine, kimilerinin canını
kaybetmesine, insanların annesiz, babasız, kocasız kalmasına sebep olmasını kim
açıklayabilir? Ama onlar bunu hak görürler, mutlaka kitabına uydururlar. Oysa
her ne sebeple olursa olsun Müslüman zulmetmez. Yalan söyleyen, iftira eden, nifak
sokan, ayrıştıran, bölen, toplumu kin ve nefrete sürükleyen ve hatta düşmanlaştıran
dile nasıl bir izah getirilebilir? İnsanlar Allah ile aldatılabilir ama emin
olunuz Allah asla aldanmaz. Kötüysen, kötüye hizmet ediyorsan vay haline.
Tüm bu Müslüman
ülkeler içinde neredeyse bir tek Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu modern
Türkiye Cumhuriyeti’nin elle tutulur bir yanı vardır. Daha ilk yıllarından
itibaren diyanet işleriyle, camileriyle, camilerinde özgürce, samimi bir
şekilde ibadet eden Müslümanlarıyla Atatürk Türkiye’si Müslüman devletlerin
örnek alması gereken bir devlettir. Hoş bu ülkelerdeki kimi alimler bu durumu dillendiriyorlar
da. Keşke bizim de bir Atatürk’ümüz olsaydı. Yada bize de bir Mustafa Kemal
lazım sözlerini zaman zaman duyarız. Türkiye’yi örnek gösterirler falan. Ancak
tabi hakim güç böyle şeyleri konuşturmak istemez, erki kimseye kaptırmak, yada
tartışmak istemez.
Öyle büyük
laflar etmek istemem ama size bir şey söyleyeyim mi? Türkiye bir umuttur. İnanınız.
Samimiyetle söylüyorum. Umuttur. Bir örnektir. Kuruluş ideolojisi cumhuriyetçi,
ölçüsü dahilinde devletçidir. Yine halkçıdır. Yerinde saymamak için gerektiğinde
devrimci, gereken konularda sonuna kadar milliyetçidir. Laiklik ise elbette
dinsizlik değildir. Araçlar amaca dönüşmesin diyedir. Değilse ne hale geldiğini
konuştuk. Biz bölgemizde barışın sembolüyüz. Biz Sağcı/Solcu, Türk/Kürt, Aleviz/Sünni,
Atatürkçü/Osmanlıcı diye ayrışamayız. Hepsi bizim, hepsi biziz. En imrenilesidir
“Yurtta Barış, Dünyada Barış” prensibi. Bu ilke dünya üzerinde dinimizin de
amacı olan insanın birbiriyle huzur ve barış içerisinde mesut, mutlu yaşamasına hizmet eder. Ne çare kurulduğu
günden bugüne Türkiye Cumhuriyeti Devletinde bu perspektif hep kırılmak
istenmiştir.
Asla kırılmadan,
asla ayrışmadan, sevgi, saygı, hoşgörü ikliminde, barış ve huzur içinde yaşamak
dileğiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder