28 Nisan 2023 Cuma

SİZ ALLAH İLE ALDATILABİLİRSİNİZ AMA ALLAH ASLA ALDANMAZ.

Yaşamda hemen her şeyin büyük, küçük, önemli, önemsiz bir amacı vardır. Hayata geçirilecek, yapılacak her şeyin . . . Bir iş, bir proje ilk kez konuşuluyorsa en önce ne yapmak istenildiği konuşulur, hedefler, amaç konuşulur. Amaç; yapılan, yapılacak olan her şeyin merkezinde durur. Asıldır. Aslolandır. Amacı ekmek almak olan kişi fırına kadar gitmiş ekmek almadan dönmüşse; eve ne ile dönerse dönsün; ekmek almamıştır, asıl amaç gerçekleşmemiştir. Velev ki eve dönerken yolda altın bulmuş ve altın ile dönmüş olsun. Amaca ulaşılmamıştır. Evde ekmek yoktur. Diğer yandan yine amacı ekmek almak olan bir kişi çarşıdan gelmekte olan eşini arayıp gelirken ekmek alıp gelmesini istemiş ve netice de ekmeğe ulaşmışsa amacını gerçekleştirmiştir.

Yineleyelim asıl olan amaçtır. Amaca ulaşırken kullandığınız yol ve yöntemler asıl olanın önüne geçerse yada amaç bir yana bırakılıp, araçlar amaca dönüşürse asıl amaç yiter, yok olur. Asıl olan istikametten sapılır. Hâl, durum sapkın bir hale gelir, gelebilir.

Yüce dinimiz, İslam’ın da elbette nihai bir amacı var. İlahiyatçı değilim ama yazacaklarım için ilahiyatçı olmaya gerek yok. Hepimizin bildiği ya da kolayca ulaşabileceği temel bilgilerden bahsedeceğim. Dinimizin nihai amacına baktığımızda beşerin birbiriyle huzur ve barış içerisinde mesut, mutlu yaşaması olduğunu görüyoruz. Diğer taraftan insanın kendisi de dahil Allah’tan başka kimsenin alamayacağı canını, doğruyu, yanlışı ayırt eden aklını, inancını, dinini, emekle, alın teriyle edindiği malını ve neslini korumak dinimizin temel hedefidir. Kişileri başka insanlara karşı kin ve nefrete, intikama, kan dökmeye asla sevk etmemiştir, etmez. İlk gününden itibaren sevgiyi, saygıyı, nezaketi, hoşgörüyü, sağduyuyu telkin etmiştir. Tüm emir ve yasaklar bir amaç uğrunadır. Güzel ahlakla ahlaklanmak. Güzel ahlaka sahip olmak.

"O, sizin suret, şekil ve dış görünüşlerinize değil, kalplerinize ve kalbi temayüllerinize bakar." (Müslim, Birr, 33) asıl olanın amaç olduğunu özetleyen bir hadistir. Yüce Allah’ın insanların güzel, yakışıklı, zengin, makam sahibi vb niteliklerine değil, ruh güzelliklerine, gönül zenginliklerine, güzel ahlaka baktığına işaret eder. Hz.Ömer’in “Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu? Kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayet ediyor mu? Dünya ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu? Ona bakınız.” dediğini bilirsiniz. Bir konu daha ne kadar net olabilir değil mi? Amaca odaklanmış, olması gereken yere koymuşsak, yani güzel ahlakı yaşamımızın merkezinde tutuyorsak doğru yoldayız. Değilse başta kendimiz olmak üzere insanlığı aldatıyor oluruz.

Orta Doğu coğrafyasında, daha doğrusu Müslüman ülkelerde kabul edelim ki araçlar amacın yerini almış, amaca dönüşmüştür. Amaca giden yol araca meyletmiş, amaç yolundan sapmıştır. Zaman zaman aksi düşünceler, itirazlar yükselir. Olsun itiraz etmeler ya da birilerinin kabul etmemesi gerçeği değiştirmez. Birçok aydın İslam aliminin dikkat çektiği nokta budur. Lakin bu alimler öylesine az kalmıştır ki sözlerini dinletememektedir. Asıl tehlike ise her geçen gün sayıları daha da azalmaktadır.

Amacı, aslolanı ikincil hatta üçüncülleştirmiş, dördüncülleştirmiş bir kafa yapısı kul hakkı da yer, rüşvette yer, hırsızlık da yapar, adam da öldürür, zulüm de yapar. Üstelik tüm bunlara dinen kılıf da bulur. Bunu kendinde hak görür. Bir Müslümanı diri diri yakarak öldürmek hangi kafa yapısının eseridir? Yetmiyor! Yakıyor, kameraya çekiyor, dünyaya servis ediyor. Bunun izahı zordur. Ama onların kendilerince açıklaması vardır. Değilse Allah korkusundan bunu yapabilirler mi? Bir dönemin başlar üzerinde tutulan, neredeyse barış sembolü ilan edilen bir din adamının suçsuz insanların zindanlarda çürümesine, kimilerinin canını kaybetmesine, insanların annesiz, babasız, kocasız kalmasına sebep olmasını kim açıklayabilir? Ama onlar bunu hak görürler, mutlaka kitabına uydururlar. Oysa her ne sebeple olursa olsun Müslüman zulmetmez. Yalan söyleyen, iftira eden, nifak sokan, ayrıştıran, bölen, toplumu kin ve nefrete sürükleyen ve hatta düşmanlaştıran dile nasıl bir izah getirilebilir? İnsanlar Allah ile aldatılabilir ama emin olunuz Allah asla aldanmaz. Kötüysen, kötüye hizmet ediyorsan vay haline.

Tüm bu Müslüman ülkeler içinde neredeyse bir tek Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu modern Türkiye Cumhuriyeti’nin elle tutulur bir yanı vardır. Daha ilk yıllarından itibaren diyanet işleriyle, camileriyle, camilerinde özgürce, samimi bir şekilde ibadet eden Müslümanlarıyla Atatürk Türkiye’si Müslüman devletlerin örnek alması gereken bir devlettir. Hoş bu ülkelerdeki kimi alimler bu durumu dillendiriyorlar da. Keşke bizim de bir Atatürk’ümüz olsaydı. Yada bize de bir Mustafa Kemal lazım sözlerini zaman zaman duyarız. Türkiye’yi örnek gösterirler falan. Ancak tabi hakim güç böyle şeyleri konuşturmak istemez, erki kimseye kaptırmak, yada tartışmak istemez.

Öyle büyük laflar etmek istemem ama size bir şey söyleyeyim mi? Türkiye bir umuttur. İnanınız. Samimiyetle söylüyorum. Umuttur. Bir örnektir. Kuruluş ideolojisi cumhuriyetçi, ölçüsü dahilinde devletçidir. Yine halkçıdır. Yerinde saymamak için gerektiğinde devrimci, gereken konularda sonuna kadar milliyetçidir. Laiklik ise elbette dinsizlik değildir. Araçlar amaca dönüşmesin diyedir. Değilse ne hale geldiğini konuştuk. Biz bölgemizde barışın sembolüyüz. Biz Sağcı/Solcu, Türk/Kürt, Aleviz/Sünni, Atatürkçü/Osmanlıcı diye ayrışamayız. Hepsi bizim, hepsi biziz. En imrenilesidir “Yurtta Barış, Dünyada Barış” prensibi. Bu ilke dünya üzerinde dinimizin de amacı olan insanın birbiriyle huzur ve barış içerisinde mesut, mutlu yaşamasına hizmet eder. Ne çare kurulduğu günden bugüne Türkiye Cumhuriyeti Devletinde bu perspektif hep kırılmak istenmiştir.

Asla kırılmadan, asla ayrışmadan, sevgi, saygı, hoşgörü ikliminde, barış ve huzur içinde yaşamak dileğiyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MİZAN TERAZİSİ

Sahipsiz canlarla ilgili kimi vicdansız kişiler hedef şaşırtmak için çocuklarımızı terazinin bir kefesine sokak canlarını terazini diğer kef...