Seçimi millet
ittifakı kaybetmiştir. Kimler yani? Cumhuriyet Halk Partisi, İyi Parti, Saadet
Partisi, Deva Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti. Evet, kaybettiler. İçlerinden
kimse çıkıp seçimi kazandım diyemez. Demiyorlar da! Sadece bu ittifakın bir
anlamda mimarı ve adayı olan Kılıçdaroğlu aldığı %48 oyu savunuyor. Evet
savunuyor. Ben olsam okkalı, akıl ve tespit dolu bir konuşma hazırlar, doğruları,
yanlışları sıralar, Cumhurbaşkanı olsam nasıl bir Türkiye’nin hayalini
kurduğumu, neyin mücadelesini vereceğimi, ancak bu mücadeleye her iki kişiden
birinin teveccüh göstermediğini söyler, canınız sağ olsun der, bayrağımı da, vatanımı
da, sizi de seviyorum der bırakırdım. Hoş bu seferde gemiyi tek eden kaptan diye
mi teneke çalarlardı? Bıraktı kaçtı derler miydi? Bilemedim. Çok mu duygusal
bir karar olurdu? Bilmiyorum. Oturduğum yerden ahkam kesmek kolay.
Evet Kılıçdaroğlu
%48’i savunmayı seçti. Çok normal. Neden mi? Yıllarca basketbol oynadım. Takımın
maç boyu süper defans yapsa, en beceri isteyen, en zor basketleri atsa, ters
smaçlar, orta sahadan üçlük atışlar, su üstünde yürüse, havalarda uçsa,
seyirciyi bir oturup bir kaldırsa, maçı neredeyse kazanacakken son saniyede rakibin
attığı bir basket ile maçı kaybetse, kaybetmiştir. Ötesi yok. Maç kaybedilmiş,
konu kapanmıştır. Tartışılmaz. Kaybettin. Lakin her yerde, her önüne gelen, “Nasıl
verdiniz bu maçı?”, “Nasıl yenildiniz?” diye sormaya başladığında savunmaya
geçersiniz. Kılıçdaroğlu da çıkıp kazandık demiyor zaten. Ama oklar acımasızca
kendine çevrildikçe %48’i savunuyor. Gayet normal bir reaksiyon. Neyse
söylediğim gibi yapıp bıraksaydı keşke. Toplumlar layık oldukları şekilde
yönetilirler.
Peki yaptığı
savunmalarda Kılıçdaroğlu’nun haklı olduğu taraflar da yok mu? Daha önce hiçbir
genel seçimde hiçbir sol lider %44 yada %48 oy almamış. Dikkat İsmet Paşa dahil,
hiçbir sol lider! Yine ittifaklar sonrası ne Sayın İhsanoğlu, ne Muharrem İnce
bu rakama yaklaşamamış bile. Kimileri çıkıp “tamam kabul fakat CHP’nin oyu %25’te
kaldı” diyorlar. Diyorlar da kimse 12 Eylül sonrası kökünden
değişen/değiştirilen ve eski haline gelme çabaları onlarca yıl sürmesine rağmen
tabi ki gelemeyen, ister ılımlı İslam deyin ister siyasal İslam, bu kılıf
altında yapılan toplum mühendisliği sonrası değişen ülkem insanının siyasi perspektifine
bakmadı. 1980 sonrası Rahmetli Bülent Ecevit, DSP ile seçim kazanıp,
koalisyonla iktidar olduğunda aldığı oy yalnızca %22,19 idi. Sayın Deniz Baykal
hayatı boyu %22’den fazla oy alamadı. Buna karşın hiçbir Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Başkanı bu kadar zulme, eziyete uğramadı.
Bazen vicdanlı
olmak gerekir. Bazen değil, her zaman vicdanlı ve adil olmak gerekir. Seçim
öncesinde bir parti Genel Başkanının önünü kesmek için milyonlarca takla
atıldı. Daha önceki seçimlerde kendi aday olmadı diye eleştiriliyordu, bu sefer
de önüne geçmek için edilmedik hakaret, söylenmedik söz bırakılmadı. Sadece
iktidar değil, en yakınındakiler yaptılar bunu. O kadar ki Kılıçdaroğlu’nun
altyapısının binde birine sahip olmayan bir kısım gazeteci görünümlü,
araştırmacı görünümlü ve güya “Atatürkçü görünümlü” insanlar yaptı ve bu arada çoğu
da mükafatlarını aldı. Öylesine yıprattılar, halkın gözünde o kadar
itibarsızlaştırdılar ki kazansaydı gerçekten büyük başarı olurdu. Yahu sen
dünyanın en karizmatik adamını bu vicdansızların önüne at, 15 günde rezilini
çıkarmazlarsa hiçbir şey bilmiyorum. Tam tersi de mümkün. En vasıfsız adamı
kahramanda yaparlar. Düşünsene artık seçim sattı mahaline girmişsin, son yüz
metre de büyük ortağından çatlak sesler çıkıyor, “Alevi, Sünni” konusuna bile
giriyorlar. Birden bire büyük ortağın “küstüm oynamıyorum” diyor. Ağza gelmedik
laflar ediyor, daha olmadı dur sen beceremezsin diye yanına iki tane belediye
başkanını koltuk değneği olarak koyuyor. Bunu şart koşuyor. Yani seçmenin
algısına diyor ki bizim aday yetersiz yanına iki tane daha koyup,
güçlendiriyoruz. Peki bu ittifak içinde “yapmayın bu nasıl bir algı yaratır?”
diyen bir tane iletişimci, yönetici yok mu yahu? Maalesef sabah akşam vurdular,
saldırdılar adama. Mülayim oldu, eleştirilere tahammül etti, hoşgörülü demokrat
davranmaya çalıştı. Ancak onun bu hoşgörüsü dilinin kemiği olmayanları
cesaretlendirdi. Daha ağır laflar ettiler.
Kuyumcu
terazisi hassasiyetinde, yüzde, binde birlerin bile seçim kazanmak için gerekli
olduğu bir seçimde, tıpkı Sayın Cumhurbaşkanı gibi en küçükleri bile ittifakta,
ittifakın yanında tuttu, tutmayı başardı. Peki böyle hassas bir seçim
kazanılmadıysa, bunda halkın gözünde ittifakı çatlatan Meral Akşener’in, yerli
yersiz konuşan Babacan’ın, Davutoğlu’nun, hele hele Muharrem İnce’nin, partisinin
ilkelerini bir kenara koyan DSP Genel Başkanının, babasının çizgisinden kayan
Erbakan’ın, son dakikada rengi değişen, Hüdapar ile yan yana görünmekten
çekinmeyen Sinan Oğan’ın hiç mi hatası yok?
TV’lerde tartışılacak
onca şey varken yine aynı mevzu masada. En hararetlisinden hem de. Altı ayda
hem değişim, hem yerel seçimlere hazırlanmak. Valla bravo. Altı ayda en sıradan
, en küçük projenin ilkelerini, objektiflerini, yol haritasını vs. değiştiremezsin.
Sen bir ülkeyi yönetmeye aday bir partinin neyini, nasıl değiştireceksin. Şaka
gibi, bunlar değişimden ne anlıyorlar acaba? Memleketin asıl meselelerin
konuşulmasına engel olduğundan, yerel seçimlerde de işe yarayacak olmasından bu
mesele fazlasıyla gündem de tutuluyor, ateşleniyor, harlanıyor. Siz de ateşe
odun atıp duruyorsunuz. Atın, atın. Aynı filmi görür gibiyim. Önemli değil, ne
de olsa kaybedince bir günah keçisi bulunur. Hatta var mı demeliydim. Vurun abalıya. Böylesi daha kolay. Sonuçta
hatayı başkasına atar kurtulursunuz. Ülkenin başka sorunu yokmuş gibi yatıp
kalkıp bunu konuşun. Yerel seçimler kapıdayken bu yapılanlar bakalım kimin
işine yarayacak, hep beraber göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder